14 Ocak 2009 Çarşamba

SOĞUK ALGINLIĞI VE GRİP HAKKINDA BİLGİLER VE TEDBİRLER

1. Nedir?...
Soğuk Algınlığı; çeşitli virüslerin yol açtığı, üst solunum yollarında bazı belirtilere yol açan ‘hafif’ seyirli bir hastalıktır.

2. En çok kimlerde görülür?
Dünyada yetişkinlerde ve çocuklarda en sık görülen hastalıktır.

3. Tedavide antibiyotik kullanılır mı?
Soğuk algınlığı tedavisinde antibiyotiklerin yeri olmamasına rağmen bu konuda sıklıkla yanlış yapılır.

4. Yaygın bir infeksiyon olarak nitelendirilebilir mi?
Soğuk algınlığı o kadar yaygın bir infeksiyondur ki, çok az insan bir yılı yakınmasız geçirebilir. Gelişen ulaşım olanakları sayesinde etken virüsler dünyanın her yerinde ve ikliminde infeksiyonun ortaya çıkmasına yol açabilir.

5. Neden havaların soğuması mıdır?
Soğuğun direkt olarak hastalığa yol açtığı söylenemez. Soğuk algınlığı genellikle okulların açılması ile eş zamanlı olarak sonbahar mevsiminde görülmeye başlar.

6. Hangi mevsimde daha sık görülür?
Soğuk algınlığı en sık kış mevsiminde görülür. Bunun başlıca nedenleri arasında kötü havalandırılan ortamlarda daha çok zaman geçirilmesi, güneş ışınlarının daha az oluşu, daha çok toplu halde yaşanması, bu mevsimde stresin daha fazla olması ve burundaki koruyucu mukozanın soğuması ile virüslerin hızla çoğalması sayılabilir.

7. Yakalanma riskini arttıran faktörler nelerdir?
Riski arttıran bazı özel faktörler söz konusudur: Uzun mesafeli uçak yolculukları; 200 - 400 kişinin aynı hava kaynağı ile birbirlerine infeksiyon bulaştırmalarını kolaylaştırır. Yabancı bölgelere yapılan seyahatler de o bölgedeki virüslerin alınmasına sebep olabilir. Klimalar da önemli risk faktörleri arasındadır; havadaki nemi aldıkları için burundaki koruyucu mukoza ortamını kuruturlar ve infeksiyona yatkın hale getirirler.

8. Stres bir risk faktörü müdür?
Stres, tek başına immün (bağışıklık) sistemini baskılayarak infeksiyon etkenlerinin üremesini kolaylaştıran bir diğer önemli risk faktörüdür.

9. Soğuk algınlığı virüsleri nasıl bulaşır?
Etken virüslerin bulaşması; hastaların mikrop içeren burun veya ağız salgılarıyla bulaşmış elleri ve eşyalarıyla olabileceği gibi, havadaki küçük veya büyük parçacıklar içindeki virüslerin solunması ile de olabilir.

10. Ölümcül olabilir mi?
Bebekler, çok yaşlılar ve bağışıklık sistemi problemli olan kişilerde hastalık çok ciddi, hatta ölümcül olabilir.


KLİNİK BELİRTİ VE BULGULAR NELERDİR?
Hastalığın bünyeye yerleşme süresi 24 - 72 saat arasında değişir. İlk belirti kuru kaşıntılı boğaz ağrısıdır. Ateş normaldir veya hafif yükselebilir. Bebek ve küçük çocuklarda ateş daha yüksektir. En sık görülen belirtiler, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, hapşırma, boğazda yanma ve öksürüktür. Koku ve tat duygusunun azalması, kulaklarda basınç hissi ve ses kalitesindeki değişiklikler gibi durumlara da sıkça rastlanır. Belirtiler ortalama 7 gün sürer. Vakaların dörtte birinde bu süreç 2 haftaya kadar uzayabilir.

SOĞUK ALGINLIĞINDAN KORUNMA YÖNTEMLERİ
Kapalı ve kalabalık yerlerde hastalık hızla yayılır. Dolayısıyla açık havada ve havalandırması iyi olan yerlerde bulunmak infeksiyon riskini azaltır.
Virüsler, mikrobun bulaştığı yerlerde (kapı tokmağı, telefon gibi) canlı kalabildikleri için, bu yüzeylere temastan sonra virüsleri rahatlıkla burnumuza veya gözlerimize transfer edebiliriz. Bunu engellemek için ellerimizi sık sık sabunlu su ile yıkamalıyız.

SOĞUK ALGINLIĞINDA NASIL BİR TEDAVİ UYGULANIR?
Soğuk algınlığı tedavisinde antibiyotiklerin yeri yoktur. Tedavi belirtilere göre yapılmalıdır. Burun tıkanıklığını giderici spreyler veya burun damlaları, öksürük giderici ilaçlar, baş ağrısını azaltmak için ilaçlar kullanılabilir. Ayrıca istirahat edilmesi ve stresten uzak durulması da vücut direncinin yeniden kazanılmasına yardım eder.
Bu tedavilere ek olarak, ABD’de hastaların üçte biri, Avrupa’da % 40 - 70’i alternatif tedavi kullanmaktadır. Alternatif tedavi olarak sıklıkla esansiyel yağlardan oluşan mentol, içinde bir sülfür bileşiği olan ‘Ajoenc’in etkisinden yararlanmak için sarımsak, çinko ve yüksek dozlarda (günde 1 - 2 gram) C Vitamini alınarak antioksidan etkilerden yarar sağlayabilmektedir.

10 SORUDA GRİP

1. Nedir?
Grip; ateş, öksürük, baş ağrısı, halsizlik ve kas ağrıları ile seyreden akut bir virüs hastalığıdır.

2. Soğuk algınlığından ve diğer solunum sistemi hastalıklarından farkı var mıdır?
Kesinlikle farklıdır. Grip; ülkeler ve kıtalar arası yaygınlaşma özelliğine sahip olan bir hastalık olarak ciddi akciğer hastalıklarına yol açabilmesinden dolayı soğuk algınlığından ve diğer solunum sistemi hastalıklarından farklıdır.

3. Soğuk algınlığı ile benzer özellikleri var mıdır?
Grip ve soğuk algınlığı bulaşma şekilleri ve belirtiler yönünden benzerlik gösterirler. Ancak gripte baş ağrısı, kas ağrıları ve ateş daha ön plandadır.

4. Medikal tedavide ne tür ilaçlar kullanılır?
Grip tedavisinde bazı antiviral ilaçlar kullanılabilir.

5. Gripten korunma yöntemi nedir?
Günümüzde grip (influenza) aşıları gripten korunmanın en güvenli yoludur. Bu aşılar ülkemizde de başarı ile uygulanmaktadır.

6. Aşı ne zaman ve nasıl uygulanmalıdır?
İnfluenza aşıları Eylül - Aralık ayları arasında tek doz olarak üst kolun dış yüzeyine uygulanır.

7. Bebekler ve küçük çocuklar için de aşı uygulama şekli ve doz aynı mıdır?
Bebekler ve küçük çocuklarda uyluğun ön yüzünden kas içine yapılabilir. Daha önce aşılanmış 9 yaş altı çocuklara birer ay ara ile 2 doz önerilmektedir.

8. Gebelikte aşı yapılması doğru mudur?
Kesinlikle doğrudur. Gebeler de aşılanması gereken grup içinde yer almaktadır.

9. Grip olduğunda hastalık riskinin arttığı gruplara da aşı uygulanabilir mi?
Elbette. Astım, kronik akciğer veya kalp hastalığı, şeker hastalığı, böbrek yetmezliği, kan hastalığı gibi bir hastalığı olanlar bu gruba dahildir. Bu kişiler de kesinlikle aşılanmalıdır.

10. Grip aşısı olması gereken grup içinde başka kimler vardır?
Sağlık Personeli (doktor, hemşire ve diğer personel),
Huzurevi ve kronik bakım ünitelerinde çalışanlar,
Ev hemşireleri,
65 yaş ve üzerindekiler,
Dış ülkelere seyahat edecek olanlar,
Önemli etkinliklerin kesintiye uğramasını en aza indirmek için önemli toplum hizmeti verenler

NEDEN SİGARA İÇİYORUZ?(ben içmiyorum ::)))

Dünya Sağlık Örgütü, her gün en az bir kere bir tütün ürününü içenleri ‘düzenli içici’ her gün içmeyenleri ise ‘düzensiz içici’ olarak tanımlar.



2004 yılı verilerine göre çoğu gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere 1 milyar 300 milyon kişi sigara içmektedir. Erkeklerin %47’ si, kadınların ise %12’ si sigara tiryakisidir.

Türkiye’ de ise erkeklerin %63’ ü kadınların %24’ ü olmak üzere 28 milyon kişi sigara içmekte olup bu rakamlar genel dünya ortalamasının çok üzerindedir.

Kadınlar arasında sigara tiryakiliği özellikle geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde hızla artmaktadır. Bizde de durum farklı değildir. Bunun sonucunda da eskiden erkeklere özgü hastalıklar olarak bilinen akciğer kanseri, kronik bronşit, amfizem, KOAH… gibi hastalıklar kadınlarda da çok görülür olmuştur.

Türkiye’ de doktor ve hemşireler arasındaki sigara içme oranları da gelişmiş ülkelere göre çok daha fazladır. Özellikle doktorların sigara içmeleri hastaları olumsuz yönde etkiler, sigarayı bırakmalarını güçleştirir. Her ne halk arasında çok kabûl gören ‘Doktorun dediğini yap, yaptığını yapma’ diye bir söz varsa da, ‘Zararlı olsa doktorlar içer miydi?’ diye düşünenlere verecek mantıklı bir cevap da bulamıyorum maalesef.

Neden sigara içiyoruz?

Tiryakilerin büyük çoğunluğu sigaraya gençlik, hatta bazen çocukluk döneminde başlarlar. İlk sigarasını ileri yaşlarda içip de sigaraya bağımlı hâle gelenlerin sayısı çok daha azdır. Bunun için de sigara endüstrisi neredeyse tüm enerjisini gençleri sigaraya başlatmak için harcar.

Herkesin sigaraya başlamada kendine göre farklı sebepleri vardır. Bu, bazen büyüdüğünü ve artık özgür olduğunu çevresine gösterme arzusudur… Bazen özentidir… Bazen arkadaşlarının çoğu içtikleri için onların arasında yer edinmek veya dışlanmamak içindir… Bazen bu nasıl bir şeymiş ben de deneyeyim merakıdır… Bazen sigara içen ünlü kişilere benzeme veya kendini onlarla özdeşleştirme hevesidir… Bazen de sigara reklâmlarından etkilenme sonucudur.

Sigaraya başlamada anne, baba veya okulda öğretmenin sigara içiyor olması çok önemlidir. Çeşitli araştırmalarda sigara içen çocukların dörtte üçünün anne veya babasından en az birinin sigara içtiği, buna karşılık sigara kullanmayan ebeveynlerin çocuklarında sigara alışkanlığının çok seyrek olduğu belirlenmiştir. Lise çağındaki erkek öğrenciler için de erkek öğretmenlerin sigara içiyor olmasının çok belirleyici olduğu bilinmektedir.

Hastalarımdan biliyorum, Anadolu’ da babaları, amcaları veya dedeleri tarafından çok küçük yaşlarda sigaraya başlatılan erkek çocukların sayısı hiç de az değildir.

Sigara bağımlılığı nedir?

Belirli bir süre sigara içenler sigara bağımlısı olurlar. Genel olarak madde bağımlılığı Dünya Sağlık Örgütü tarafından ‘ Bir insanın psiko-aktif bir maddeye karşı daha önce değer verdiği diğer işlerden ve nesnelerden daha fazla öncelik tanıma davranışı’ olarak tanımlanmaktadır.

Bu tanıma göre ‘sigara bağımlısı’ olan birinin davranışları büyük ölçüde sigaranın etkisi altındadır, kendine ve çevresine zarar verdiğini bilerek sigara içmeyi sürdürür, içilen sigara miktarı giderek artar, sigarayı bıraktığında yoksunluk belirtileri ortaya çıkar.

Sigaranın sinir sistemi üzerine olan uyarıcı, rahatlatıcı, keyif verici… etkileri de sigara bağımlılığının gelişmesinde önemli rol oynar.

Sigara bağımlılığının türleri var mıdır?

Fiziksel ve psikolojik olmak üzere iki türlü sigara bağımlılığı vardır.Sigara içinde bulunan binlerce kimyasal içinde fiziksel bağımlılığa yol açan madde nikotin’dir. Nikotin, merkezi sinir sistemi uyarıcısıdır ve bir ilaç olarak sınıflandırılır. Nikotin tıpkı alkol, eroin ve kokain gibi hatta bazı bilim adamlarına göre onlardan bile daha fazla bağımlılık yaratan bir maddedir.

Bir sigarada yaklaşık 0.8 gr tütün ve 10-20 miligram nikotin bulunur. Sigara içilirken nikotin saniyeler içinde beyne ulaşır ve burada dopamin adı verilen bir kimyasalın artmasına sebep olur. Dopamin, bizi rahatlatan ve haz veren bilgi akışını beyin hücreleri arasında sağlayan kimyasaldır. Her sigara içildiğinde nikotin beynimizde aynı yolu tetiklediği için haz hissedilir ve diğer tüm madde bağımlılıklarında olduğu gibi her seferinde aynı hazzı hissedebilmek için daha çok sigara içmemiz gerekir ve böylece sigara bağımlısı oluruz.

Amerika’ da en sık konulan psikiyatrik tanının nikotin bağımlılığı olduğunu hatırlatmak isterim.

Psikolojik bağımlılık nedir?

Bazı kişiler sigaraya psikolojik olarak bağımlıdırlar. Bu bir tür öğrenilmiş hatalı davranıştır. Sigaraya psikolojik olarak bağımlı olanlar özellikle bir takım uğraşları veya davranışları sırasında sigara içerler. Meselâ, bazıları sinirlendiklerinde… bazıları sabah kahvaltısından sonra kahve içerken.. bazıları televizyon seyrederken… bazıları kitap okurken, yazı yazarken veya çalışırken… bazıları içki masasında… bazıları kağıt veya tavla oynarken… bazıları araba kullanırken… bazıları telefonla konuşurken… bazıları yazı yazarken veya düşünürken… bir sigara yakmayı alışkanlık hâline getirmişlerdir.

Buna bir de sigaradan çekilen her nefeste kuvvetlenen el ve ağız alışkanlığı’ nı da eklemek gerekir. Meselâ, günde bir paket sigara içen ve her sigaradan en az 10 kere nefes çeken biri, günde 200 kere yılda 70 bin kere aynı hareketleri tekrarlıyor demektir.

MEVSİMİNE GÖRE SAĞLIK



Hayatımızı takvimlere göre düzenliyoruz. Tatillerin ne zaman başlayıp, ne zaman sona ereceği, önemli günler, kısacası günlük hayatımızla ilgili her şeyi takvimlerde bulabiliyoruz. Ancak bir de sağlık takvimine ihtiyacımız var. İşte size, yılın 12 ayında sağlığınızı korumak için neler yapmanız gerektiğini anlatan bir başucu takvimi!

OCAK

Yılın ilk ayı. Başka bir deyişle yeni başlangıçlar yapmanın, önemli kararları uygulamaya başlamanın tam zamanı. Hadi, siz de kesin kararınızı verin ve sigara içmekten vazgeçin. Son zamanlarda tüm dünyada sigaraya karşı etkili bir kampanyanın sürdürüldüğünü biliyoruz. Gelin bu kampanyaya kulaklarınızı tıkamayın.

Ocak ayı, sigarayı bırakmak için yılın en uygun, en anlamlı dönemi. Yapılan araştırmalar, ocak ayında sigaradan vazgeçmeye karar verenlerin bu girişimlerinde çok başarılı olduklarını gösterdi. İster ocak ayının kerameti deyin, ister yeni bir başlangıç yapmanın kararlılığı deyin, ama ortada bir gerçek var: Ocak ayında sigaraya veda edenler, bir daha ellerine sigara almıyorlar.

Bu arada sigara dumanıyla gözgözü görmez hale gelmiş kapalı salonlardan, barlardan da uzak durun. Tabii bu ay, soğukalgınlıklarına karşı da tedbirli olmanız gerekiyor. C vitamini takviyesini sakın unutmayın. Her sabah bir bardak portakal suyu içmeyi alışkanlık haline getirin. Ocak ayının sağlık takviminde, sağlığınızı korumaya daha fazla özen göstermeniz vurgulanıyor.

ŞUBAT

‘Cüce Şubat’ın ne gibi sürprizler yapacağı belli olmaz. Ülkemizde genellikle soğuklar, şubat ayında şiddetlenir. Biraz da ilkbahara duyulan özlemin verdiği sabırsızlıkla, şubatı biran önce atlatmak isteriz.

Mutlaka farketmişsinizdir, kış aylarında daha çok acıkırız ve karnımızı doyurmamız daha zor olur. Vücut, daha fazla enerjiye ihtiyaç duyduğu için, bu dönemde sindirimi zor olsa da tok tutan yiyeceklere ağırlık verilir. Özellikle karbohidrat içeren besinler sofraları süsler.

Şubatta, şu karbohidratlı besinler meselesini ele alın. Ağır karbohidratlı yiyeceklerden vazgeçin. Tahıl ürünleri, kuru fasulye, mercimek, börülce, nohut gibi yiyecekler, sebve ve meyve ağırlıklı bir beslenme programını uygulayın. Şubat ayında, beslenme alışkanlıklarınızdaki hataları düzeltmeye çalışın. Zararlı karbohidratlardan uzak durmanız, kışı daha sağlıklı atlatmanızı sağlayacak.

MART

Karanlık ve kasvetli kış günlerinden sonra Mart ayında güneşi görmeye başlayacaksınız. ‘Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır’ derler ve Mart güneşine aldanmanın yanlış olduğunu iddia ederler. Mart ayında soğuklar devam etse de, hem günler uzayacak, hem de güneş sık sık gökyüzünden size kendini gösterecek. Bu günleri iyi değerlendirin.

Fırsat buldukça açık havada yürüyüşler yapın. Bahara dinç ve güçlü girmek için mart ayında vücut egzersizlerine ağırlık verin. Kış aylarında istemeden de olsa, belki kilo aldınız. Fazla kilolardan kurtulmak için yılın en uygun dönemindesiniz. Bu ay, bahar yorgunluğuna karşı da hazırlıklı olmalısınız.

NİSAN

Nisan ayı, genellikle yağışlı geçer ama yağmur bulutlarının arasından güneş yüzünü gösterince de yüreğinizi yaşama sevinci sarar. Karamsarlıktan kurtulmanın tam zamanı.

Bu arada bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyoruz. Mart ayında fazla kilolardan kurtulmayı başarmış olabilirsiniz. Ancak şimdi vücudunuzu dikkatle inceleyin ve bel bölgesinde bir fazlalık olup olmadığını araştırın.

İnce vücutlu olsanız bile belde kalınlaşma, hafif bir göbek vücudunuzda zararlı yağların biriktiğine işarettir. Zararlı yağların bel bölgesinde toplandığı belirtiliyor.

Kanser ve kalp hastalıklarına yakalanma tehlikesinin bir habercisi de bu yağ birikimi. Nisan ayında özellikle bel ve karın jimnastiği yapmanız, beslenme düzeninizi yeniden gözden geçirmeniz gerekiyor.

MAYIS

Cinsel hayatınıza çeki düzen vermek için Mayıs ayını tercih edin. Baharın bu en güzel ayında, yeni aşklara kendinizi hazır hissedebilirsiniz. Cinsel dürtülerin hızlandığı bu dönemde, cinsel hastalıkların da arttığını unutmayın.

Bu ay, kendinizi yenilemek için elinize geçen fırsatları değerlendirin. Bu ayın en önemli sorunları, sindirim sisteminde ortaya çıkabilir.

Gerekirse bir doktora görünüp sindirim sisteminizi rahatlatacak önlemler alabilirsiniz. Eğer geçmişti sindirim sisteminizde sorunlar yaşadınızsa, mayıs ayında bu sorunların tekrar ortaya çıkması ihtimali fazladır. Bu nedenle, daha önce uyguladığınız perhize baş vurmanızda fayda var. Bu ay, sindirim sisteminizi korumaya özellikle çok önem vermelisiniz.

HAZİRAN

Hiç oyalanmadan, vakit kaybetmeden bir sağlık kontrolünden geçin. Tatile çıkmadan önce, bir check-up yaptırmanız gerekiyor. Sağlığına önem veren herkesin, hiç değilse bir doktora görünüp genel bir muayeneden geçmesi gerekiyor.

Tatilinizin zehir olmaması ve de kendinizi göz göre göre hasta etmemeniz için biraz fedakarlık yapmayı göze almak zorundasınız.

Özellikle orta yaşlı kadın ve erkeklerin, yazın nimetlerinden yararlanmaya başlamadoan önce mutlaka doktor kontrolünden geçmeleri gerekiyor. Hemen yüzünüzü buruşturup, kaşlarınızı çatmayın. Sıradan bir check-up için fazla zaman harcamanıza gerek yok. Kan ve idrar tahlili, bir kaç araştırma ile bu mesele halledilir.

TEMMUZ

Tatil döneminin bu en güzel ayında yapmanız gereken ilk iş, cildinizin durumunu kontrol ettirmek olmalı. Deri kanserlerinin özellikle temmuz ayında ortaya çıkması bir rastlantı değil. Yaz sıcaklarının çekiciliğine kapılıp, güneş banyolarını artırınca, bilmeden kendinizi tehlikeye atabilirsiniz. Derinizdeki benler önceleri iyi huylu olabilir, ama birdenbire güneşle temas edince özellikleri değişebilir. Bu ay, lütfen cildinizin bakımına, sağlığına özen gösterin. Aşırı sıcaklarda, kan basıncınızı ölçtürmeyi de ihmal etmeyin. Vücudunuzun susuz kalması ihtimaline karşı önlem alın.

AĞUSTOS

Ağustos sıcaklarında kent içinde kalmak, kalp hastalıkları açısından tehlike yaratabilir. Yaz ortasında, öncelikle ruhsal sağlığınızı korumak için önlemler almalısınız. Yılın bu en sıcak ayında, stresten uzak kalmaya çalışmalısınız. Yaşadığınız çevreden uzakta geçireceğiniz bir kaç gün, sizi rahatlatır. Depresyon, panik atak gibi sorunlar, ağustos ayında ortaya çıkabiliyor. Önceleri ruhsal sorunlar yaşamış olanların da, bu ay çok dikkatli davranmaları öneriliyor.

EYLÜL

Sürekli aynı tempo içinde yaşamanın zararlı etkileri, vücudunuzda da kendini göstermeye başlar. Sonbaharın bu ilk ayında, tıpkı ilkbaharın başlangıcında olduğu gibi açık hava sporlarına ağırlık vermelisiniz. Ama bu ay, daha önce denemediğiniz sporları denemenizde yarar var. Vücudunuzun kasları sürekli aynı hareketleri yapmaktan yorulur. Bu nedenle eylül ayında farklı egzersizler yapmayı deneyin. Joging yapıyorsanız, yürüyüşü deneyin. Tenis oynuyorsanız, bu kez de voleybolu tercih edin. Değişik sporlarla vücudunuzun dinginliğini koruyacaksınız.

EKİM

Ekim ayı, sağlık açısından sonbaharın en tehlikeli dönemidir. Hava serinlemeye hatta soğumaya başladığı için grip, soğuk algınlıkları, bronşit, boğaz ağrıları ve enfeksiyon hastalıkları sırada bekler. Bu hastalıklara yakalanmamak için öncelikle bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi gerekiyor. C vitamini içeren meyve ve sebzeler sofranızdan hiç eksik olmamalı. Bağışıklık sistemini güçlendirici besinlerle kendinizi koruyabilirsiniz. Yeşil ve siyah çayın bağışıklık faydalı olduğunu unutmayın.

KASIM

Sağlığınızla ilgili planlar yapmanın tam zamanı. Sağlık sigortanızı yenileyeceksiniz. Bu arada genel bir sağlık kontrolundan geçmeyi ihmal etmeyin. Hava koşullarındaki değişiklikler, özellikle kalp ve akciğer hastalıklarına davetiye çıkarır. Kışa girmeden önce, sağlık durumunuzun incelenmesi, kış aylarında büyük sorunlarla karşılaşmanızı önleyebilir. Bu arada depresyon riskini de gözardı etmeyin. Vücudunuz değişen hava koşullarına uyum sağlayıncaya kadar, bazı sorunlarla karşılaşmanız kaçınılmaz.

ARALIK

Her şeyden önce strese karşı önlem almalısınız. Kış mevsiminin başında kendinizi aşırı derecede yorgun hissedebilirsiniz. Bu ay, bünyenizi kuvvetlendirmek için vitamin takviyesine ağırlık vermelisiniz. Kış koşullarının pek çok kişinin ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediği biliniyor. Güneşin yüzünü çok seyrek göstermesi, özellikle kadınlarda karamsarlığa neden olur. Bu yüzden soğuk kış günlerinde, güneşi görür görmez kısa süre de olsa açık havada dolaşmalısınız. Sinir sisteminizi kontrolden geçirtmeyi de unutmayın. Kış başında ruh ve beden sağlığınızda önemli değişiklikler yaşayabilirsiniz. Bu nedenle bir sorununuz olunca, zaman kaybetmeden doktorunuza başvurun.

GENÇ KALMANIN PÜF NOKTALARI



Sağlıklı ve uzun yaşamın sırlarını veren Prof. Dr. Osman Müftüoğlu’na göre, stresi hayatından kovan, dengeli beslenip spor yapan herkes uzun ömürlü olabilir. 120 yıl yaşamak hayal değil!

“Mutlu bir hayat daha uzundur…”

Ne mucize besinler, ne sporla geçirilen bir hayat, ne de sihirli formüller… Uzun ve sağlıklı bir yaşamın sırlarını öğrenmek için başvurduğumuz Prof. Dr. Osman Müftüoğlu’nun üzerinde en çok durduğu ve ısrarla vurguladığı kavramlar, sağlığa eşlik eden mutluluk, huzur ve dinginlik oldu…

Belki temel bu ama daha pek çok şey var… Bu yazıda daha uzun ve sağlıklı yaşamın püf noktaları ve çeşitli reçeteleri verilirken, genç kalmayı kolaylaştıran küçük formüller de sıralanacak. Prof. Dr. Müftüoğlu, ‘yaşama sanatı’ndan ‘yaşlanma sanatı’na uzayan bakış açısıyla, nasıl yaşlanmamız gerektiğini anlatacak…

‘Biz yaşamı uzatmıyoruz, zaten yaşam uzuyor’ diyorsunuz. İnsan ömrü neden uzuyor ve biz ne kadarına müdahale edebiliyoruz?

Bilim ve teknolojik gelişmeler insan ömrüne ömür katıyor. Sadece antibiyotiklerin keşfi, ortalama insan ömründe 10-15 yıllık uzama yaptı.

Aşılanmanın getirdiği koruyucu güç, bizim daha az hastalanmamızı sağladı.

Son bir araştırmada statin grubu kolesterol ilaçlarının ortalama insan ömrüne ilavesinin 12 yıl civarında olduğu hesaplandı. Karaciğere verdiği zarar çözülürse statinler 10 yıl sonrasının Aspirin’leri olacak. Genetik bilimindeki gelişmelerle genetik mirasımızdan dolayı başımıza gelen sağlık olaylarının çoğunun ertelenmesini sağlayacağız. İnsanlar, muhtemelen hak ettiği ömrü zaten yaşayacak.

Eğitim bir avantaj

Nedir hak ettiğimiz ömür?

Bence 120′nin üzerinde. Kayıt altında bilinen en uzun yaşayan kişinin yaşı, 117. Eğer 117 yıl gerçekleşiyorsa insan ömrü bunu zorlayabilir. Bana göre 120 yıl yaşamak efsane değil. Son 100 yılda yaşam süremiz ortalama 30 - 40 yıl uzadı.

Uzun yaşamın kaynağı dediğimizde en önemli belirleyiciler neler?

Daha çok sağlık bilinci içinde olmayı, daha iyi, daha sağlam duruşu sağlamayı becerebildiğimiz için hak ettiğimiz süreyi yaşayacağız. Entelektüel düzey iyiyse, bu daha iyi gerçekleşecek. Çünkü araştırmalara göre uzun ömrün en önemli anahtarlarından biri eğitim.

Yaşlanmayla eğitimin ilişkisi ne?

Eğitimli kişi sağlık ve dünya konusunda daha bilinçli. Araştırmalar eğitilmiş insanların belleklerinin daha sağlam olduğunu ve yaşam süresinin uzadığını gösteriyor. Eğitimli insan aşısını yaptırıyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor, hastalık belirtilerinde doktora daha erken başvuruyor. Hastaların yüzde 80′i çok hastalanmadığı sürece doktora gitmiyor.

Bugünkü Türkiye’de eğitim düzeyimize bakarsanız, potansiyel yaşlanma sürecimiz nasıl?

8 yıllık eğitimin sadece eğitimle ilgili değil, sağlıkla ilgili sorunlarda da ciddi çözüm üreteceğini umut ediyorum. Eğitim düzeyimize, üniversitelileşme oranlarımıza bakarsanız hâlâ yüzde 35-40′lardayız. Türkiye’de ortalama yaşam süresi kadınlarda 72, erkeklerde 68-69′a dayandı. ABD’de 78-82 yaş civarında. İleride ortalama yaşam süresini hızla uzatan ülkelerden biri haline geleceğiz.

‘Ölçü kaçmamalı’

‘Sağlıklı yaşlanma’dan ne anlamalıyız?

Ömrü akıllıca yaşamak. Hiçbir şeyin ölçüsünü kaçırmamak lazım. Formda kalmak, kaliteli bir hayat yaşamak, mutlu olmakla birleştirdiğiniz zaman sağlığın faydası var.

Nereden, nasıl başlamak lazım? Bunun için belli bir yaş var mı?

2 sınır çiziyorum. 30-35′li yaşlar artık dönüp kendinize bende neler oluyor diye sormaya başlamanız gereken yaşlardır. Diğeri 55 yaş ve üstü.

Yolun yarısı da 35 değil artık…

Tabii ki. 35 çok gerilerde kaldı. Ama orada Cahit Sıtkı’nın anlatmak istediği hayatın sadece organik yarılanması değil, ruhsal yarılanması. 35′ten sonra yaşamınız uzuyor ama ruhsal kalıbınız orta yaşa geliyor. 50 yaş ve civarını orta yaşlara giriş gibi düşünmek lazım. Bugünkü klasifikasyonda birkaç şeyi gündeme getirmek lazım. Artık bütün dünyada her şey yaşlılar ve orta yaşlı insanlara göre konumlandırılıyor. Çünkü tüm dünyada doğurganlık azalıyor, yaşam süresi uzadığından en fazla yaşlı nüfus artıyor.

55′te doktor şart

Peki bir doktora başvurmak için hangi yaşı beklemek lazım?

Doktora başvurmanın mutlaka gerektiği yaş, 55 ve üstü yaştır. Bu yaş grubu çok daha önemli. Çünkü o dönemde kadında da, erkekte de birdenbire hızlanan hormonal, metabolik değişimler yaşanır.

Kadında yıkım daha fazla olmasına karşın daha uzun yaşamaları bir paradoks değil mi?

Evet ama bence kadınların uzun ömürlü olmalarında bu çok olumlu bir katkı. Bütün dünyada kadınların ömrü daha uzun. Hiçbir ülke yok ki, erkekler kadınlardan daha uzun yaşasın. Erkeklerin sağlıkları konusunda daha fazla duyarlı olmaya ihtiyaçları var. Sağlıklarını daha iyi izlemeleri bazen erkekler tarafından alay konusu edilse bile, çoğu zaman kadınların daha uzun yaşamalarının sebebidir.

Orta yaşlarda hayata bakış nasıl olmalı?

İlkönce sağlığa, mutluluğa, dinginliğe odaklanmak lazım. Sağlıklı olma kararı, beraberinde başka türlü bir hayat yapılanmasını da gerektiriyor. Biraz egzersiz, biraz beslenme odaklı, uykuya, stres yönetimine dikkat eden, kendini başarıya daha fazla adayan, bunlar için gerekli olan ekonomik gücü elde etmeye çalışma gayreti içinde olan, ki ekonomisi daha iyi olanlar daha az hastalanıyor.

Örneğin ben sağlığımdan başlamalıyım, sigara içiyorum, onu bırakmalıyım. Egzersiz yapmıyorum, yapmalıyım. Duygusal hayatıma çok iyi dikkat etmeliyim. Ailevi ilişkilerim çok iyi değil, eşimle, çocuklarımla yeterince ilgileniyor muyum?

Bunları zaman zaman gözden geçirmek lazım. Hayatı dikkatli bir şekilde dağıtmak lazım. Sağlıklı olma kararı bir meydan okumadır.

Haftada en az 2 öğün balık yiyin

Likopen içeren domatesi, karpuzu, proantosiyanidin içeren üzümü, pekmezi, kırmızı şarabı, beta karoten bakımından zengin portakal, kayısı, şeftali ve havucu, yoğun lif içeren tüm meyve ve sebzeleri bol bol tüketin.

Günde birkaç tane ceviz ya da fındığı, salataya ekleyeceğiniz yarım fincan ketentohumunu beslenme alışkanlıklarınıza yerleştirin.

Süt ürünlerinde yağsız ya da az yağlı olanlara yönelin.

Haftada 2 kez ortalama 100-150 gram düzenli olarak balık tüketin.

Yeşil yapraklı sebze ve meyvelere daha çok ağırlık verin.

Kafeinden olabildiğince uzak durup tuzu azaltın.
Daha bol potasyum, magnezyum, kalsiyum almaya çalışın. Lahana, brokoli, ıspanak, soya fasulyesi, güvenilir bitkisel kalsiyum kaynaklarıdır.

Orta yaşlarda güçlü antioksidan etkileri sebebiyle flavinoitlerin de bol bol tüketilmesi yararlıdır. Çaydan, koyu yeşil, sarı ve kırmızı renkli sebze ve meyvelerden yeterince sağlanabilir. Soya, elma ve brokoli önemli flavinoit kaynaklarıdır. Lahana, kereviz, bezelye ve şalgamda da bol bulunur.

Kadınlar erkeklerden fazla yaşıyor çünkü…

Kadınlar sağlıklarına daha düşkün.

Stresleri erkeklere göre daha az.

İş kazalarıyla karşılaşma riskleri daha az.

Erkeklere göre ruhsal ve hormonal açıdan daha monogam olmaya eğilimli. Bu nedenle cinsel yolla bulaşan hastalıklara daha az yakalanıyorlar.

Hormonal hiperaktif olmaları yani çok fazla değişken hormonal yaşamları, daha dirençli olmalarını sağlıyor.

Kadınlar daha sevecen, hayata daha bağlı, daha çok huzur içinde olmaya çabalıyor. Erkekler birbirlerine çok açık ve samimi değiller.
Kadınlar daha az sigara, alkol tüketiyor.

İşte erken yaşlanmanın nedenleri

Beslenme eksiklikleri.
Hipertansiyon, şeker hastalığı, damar sertliği gibi uzun süreli sağlık sorunları.
Genetik hastalıklar.
Kas ve eklem sorunları.
Egzersiz eksikliği (hareketsiz yaşam tarzı).
Kolesterol-trigliserit yüksekliği.
Yoğun stres, mutsuzluk, kötümserlik, depresyon.
Organ yetmezlikleri (tiroit bezi tembelliği, karaciğer yetersizliği, kalp, böbrek, hipofiz yetmezliği).
Yoğun çevresel kirlilik ve radyasyon etkisi.
Yetersiz ve kalitesiz uyku.
Sigara, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı.
alıntı

Akılcı ve basit beslenme planını uygulayın


Beslenme planınızda yapacağınız basit, kolay ve akılcı değişikliklerle sağlığınızda önemli iyileşmeler yapabilirsiniz.

Kan basıncınızı ayarlamak, kan şekerinizi dengelemek, kolesterol ve trigliserid seviyelerinizi azaltmak için ciddi avantajlar sağlayabilirsiniz. Unutmayın! ‘Ne yiyorsanız O’sunuz’ kuralı yüzyıllardır hep aynı ve hiç değişmeyecek…

Akılcı bir beslenme planı ile kilonuzu daha kolay yönetir, osteoporozdan (kemik kırılganlığı artışı), menopoz yakınmalarından, yaşlılıkta karşılaşabileceğiniz pek çok sorundan korunabilirsiniz. Kolay, ucuz ve uygulanabilir besin değişimleri ile geç yaşlanan formda biri olabilirsiniz.

Yapacaklarınızı öğrenmeniz çok kolay! Bütün sorun karar vermekte. Verdiğiniz kararı sürdürmek ve çevrenizdeki sabotajcılarla bir süre direnmekte… Yapacağınız değişimlerin yaşamınıza sağladığı katkıları birkaç ay içinde alacak, yaşam kalitenizdeki düzelmeye, sağlığınızdaki iyileşmeye siz de şaşıracaksınız.

Hipertansiyona karşı

Hipertansiyon sorunu ile daha kolay başetmek istiyorsanız önce kalori tüketiminizi kontrol altına alın. Fazla kilolarınızı atın! Tuz tüketiminizi günde bir çay kaşığı (2,5 gr) ile sınırlayın. Potasyumdan zengin besinlerden (muz, patates, şeftali, kayısı, domates), magnezyum kaynaklarından (kurubaklagiller, ceviz, fındık), posa deposu sebzelerden (havuç, yeşil yapraklı sebzeler) daha çok faydalanın.

Kalp ve damar için

Kalp ve damar hastalığından, damar sertliği ile ilişkili sağlık sorunlarından uzak yaşamak istiyorsanız omega-3 yağ asitlerini artırın: Daha çok balık (haftada 2-3 kez, 100-150 gr), keten tohumu (günde 1-2 tatlı kaşığı), ceviz (günde 1-2 adet) kullanın. Kolesterol deposu besinlerden (sakatat grubu, şarküteri grubu, yumurta sarısı), doymuş yağlardan (tereyağı, iç yağı, kuyruk yağı, kanatlı hayvanların derisi, yağlı kırmızı etler) uzak bir beslenme planı yapın. Kalori ve alkol tüketiminizi sınırlayarak trigliserid düzeyinizi azaltın. Antioksidan etkili doğal ateroskleroz savaşçılarından (Likopen deposu domates, karpuz, Resveratrol deposu üzüm suyu, şarap, Quercetin deposu elma, Proantosiyanidin deposu üzüm çekirdeği) daha sık faydalanın.

Yaşlılıkla ilişkili göz sorunlarından katarakt ve makula dejenerasyonun yavaşlatılmasında E vitamini zengini besinlerin (yağlı tohumlar, tahıllar), Lutein deposu, Zeozantin kaynağı ürünlerin, beta karoten yüklü havucun, kayısının, C vitamini deposu sebze ve meyvelerin yararından istifade edin.

Kemiklere güç verin

Kemik kırılganlığı artışı doğal bir yaşlılık sürecidir. Kalsiyum zengini süt ve süt ürünlerinden (peynir, yoğurt, ayran), D vitamini deposu besinlerden, kalsiyum ile zenginleştirilmiş meyve suları ve diğer içeceklerden daha çok yararlanın. Tükettiğiniz besinlerle kemiklerinize daha fazla kalsiyumu, doğal yoldan sağlayın.

Periyodik dönemleriniz gergin, şiş ve ağrılı geçiyorsa tuzu azaltın, magnezyumu arttırın. Daha çok posalı ürün kullanın. Menapoz dönemine ilişkin sorunlarınızı baskılamak istiyorsanız soya ürünlerinden daha sık yararlanın.

Öğleden sonra enerji

Öğleden sonraki enerjisizlik sorununuzu çözmek için öğlen yemeklerini salata ile geçiştirmeyi bırakın. Her öğlen 100-150 g balık, tavuk veya yağsız kırmızı et ihtiva eden bir beslenme planı yapın. Ya da salatalarınıza protein katın! Uykusuzluk sorununuzu çözmek istiyorsanız akşamları erken yiyin ve daha fazla karbonhidrat (sebze, makarna) kullanın. Akşam yemeğinizi küçültün, azaltın.

Bellek kaybından korkmayın

Yaşlanma sorunlarından bellek azalması ve yaşlılık depresyonu ile mücadele etmekte de Omega-3 yağ asitlerinden faydalanabilirsiniz. ‘Dokozahekza-noikasit’ (DHA) belleğe güç veren, yaşlılıkla ilgili depresif ruh halini önleyen bir Omega-3 yağ asididir. Balıkta ve diğer deniz ürünlerinde bol bol bulunur. Omega-3 yağ asitlerinden EPA (Ekozapantonoikasit) kanı inceltip, damarları koruyarak bellek kaybını geciktirebilir. Depresyon ve ruhsal gerginliği azaltmada Omega-3 yağ asitleri yanında magnezyum zengini besinlerden, B vitamini depolarından da yararlanabilirsiniz.

Yorgun musunuz?

Hep yorgunsanız, daha çok protein (balık), magnezyum (ceviz, badem, avokado), B vitamini ve potasyumu (muz, domates) doğal besinler ile kazanmaya çalışın. Demir (et, yeşil sebzeler, pekmez) ve folik asit tüketiminizi çoğaltın. Demir eksikliği ile ilişkili sağlık sorunlarından korunmak, belleğinize, saçınız, deriniz ve ruhsal dengenize, özellikle de kansızlık sorununuza çözüm bulmak için daha fazla demir tüketmeye bakın! Yorgunlukla savaşta en güçlü silahın iyi bir sabah kahvaltısı olduğunu sakın unutmayın. Öğün atlamayın

6 Ocak 2009 Salı

GÖNÜL VE GÜL

Halil Rıfat Paşa , demiş ki:



“- Gidemediğin yer senin değildir.”



Bu sözü, sadece Karayolları Teşkilatı benimsemiş ve kullanmıştır.



Oysa ki,bu manadan daha önemlisi,manevi yolları açan şu gerçektir:



GİREMEDİĞİN GÖNÜL SENİN DEĞİLDİR!



Gideceğimiz yerler sadece maddi , şekli olanlar değildir.Asıl manevi olanlardır.Manen gideceği yere varamayanlar , maddeten hiç varamazlar.



Gideceği yeri , iç dünyasına kodlayamamış olan, hedefine asla ulaşamaz.



Hatta manen gideceği yeri olmayanların , maddeten de gidecekleri yeri olmaz;hiç olmaz. En hızlı vasıtalar , en sağlam araçlar onları hiç bir yere götüremez.



Çünkü manevi hedeflerini kaybedenler , maddi hedeflerini de yitirirler.Gidecekleri yer kalmaz.Onlar gitmezler, götürülürler.Hatta sadece sürüklenirler.



Bu sebeple, en acınacak insanlar , araçsızlık yüzünden yolda kalanlar değil , araçları olup da gidecekleri yeri olmayanlardır.



Gitmek, gövdeye değil , gönüledir.



Gittiğiniz yerde gönülsüz bir gövde bulacaksanız , varışınız da boşunadır.



O zaman ,gittiğiniz yere ulaşamazsınız, sadece varmış olursunuz.



Varmış olmak vuslata ermiş olmak değildir.



Vuslat , gönüle varmaktır.Sevgi dolu bir gönüle ulaşmaktır.



Vuslat gönül işi olduğu için , varmak da gövdeyle olmaz , gönülle başarılır.Bu sebeble , gönül varışlarının vasıtaya ve maddeye ihtiyacı olmaz.



Biri kuzeyde , diğeri güneyde iken de, bir ve beraber olabilirler.Mesafeler, birliğe , buluşmaya , kavuşmaya asla engel olamaz.



Bir olan gönüllerin arasına kilometreler giremez;en uzak gurbet bile ayıramaz onları, unutturamaz.



Asıl mesafe , asıl uzaklık, yanı başındakini unutturanıdır.



“-Dizimin dibindeki,Yemen’de; Yemen’deki de dizimin dibindedir”,der Mevlana...



Göremediğin gönülden ırak olursun.



Gönül görmek diye bir çaba var mı hayatımızda?



Giremediğin gönüle eremezsin.



Hiç olmazsa, yanı başınızdakilerin gönüllerinde misiniz? Yanı başınızdakiler gönlünüzde mi?



Aynı dili konuşanlar değil,aynı gönlü paylaşanlar anlaşırlar.



Büyük bir üzüntüyle ifade edeyim ki,aynı evde yaşadığı halde, ayrı olanlar vardır.Çünkü, yakınlık manevi varlığımızla sağlanır.Gövdelerin yakınlığı ile gerçek yakınlık yakalanamaz.Kafa ve kalp uyuşması,insanı yakından daha yakın eder,hatta tekleştirir.Böylesine bir ve beraber olmuşları,hiçbir şey ayıramaz.Hiç bir mesafe aralarına giremez.



Gönül ne kahve ister, ne kahvehane



Gönül sohbet ister , kahve bahane...







Can Yücel bir şiirinde ,bizi birbirimizden ayıran mesafeyi şöyle açıklıyor:



En uzak mesafe ne Afrika’dır,



Ne Çin,



Ne Hindistan,



Ne seyyareler,



Ne de yıldızlar geceleri



Işıldayan…







En uzak mesafe



İki kafa arasındaki



Mesafedir,



Birbirini



Anlamayan…



…………………………………………………………………



Özellikle ,hanımların bir hususa çok dikkat etmeleri gerekir.Sevgi ve şefkat kahramanı oluşları, hanımları samimiyette ve saflıkta derinleştiriyor.Bu sebeble de kolay aldatılıyorlar , çabuk atlatılıyorlar.



Mesela, Bey’i sabahleyin onu kırıp gitmiştir.Akşam elinde bir kırmızı gül ile döndüğünde, mesele halloluyor.Bu bir Avrupa kolaycılığıdır. ,işi basitleştirmektir ve biraz da maddeciliktir.Bu yüzden de,Batılı psikologlar,hanımların bu saflığını kullanmayı çok tavsiye ederler.Özetle derler ki, “Karınızı kırdıysanız zararı yok;onların saf ve zayıf taraflarını kullanıp durumu düzeltebilirsiniz.Mesela kırmızı güle dayanamazlar.”



Hanımefendiler,dikkat edin , eğer eşiniz gönlünü bir gül haline getiremediyse , elindeki gülü ciddiye almayınız.Önce gönlünü gülleştirsin , sonra da eline gül alsın.Ancak o zaman, gönlünün temsilcisi olarak gül işe yarar ve anlam kazanır.Yoksa,gönlü gülleşmemiş adamın elinde gül,ne kadar da anlamsız ve iğreti durur..



Ama gül,hiç bir zaman , duygusal derinliği ziyade olan hanımları kandırmaya yönelik bir fonksiyon icra etmemelidir.Bu durum güle layık görülmemelidir.Çünkü o Muhabbet-i Resulullah’ın (s.a.) temsilcisidir.



“-Madem çaresi bu kadar kolay,bir dahaki sefere de, rahatlıkla kırabilirim” deme cesaretini vermemelidir.



“-Bütün mesele bir gül ise,işim kolay” diye düşünüyor adam , kırmamaya dikkat etmiyor.



Peki ben bunu nereden biliyorum?



Bana bunu beyler anlatıyorlar, sanki önemli bir marifetmiş gibi , hem de ballandıra ballandıra açıklıyorlar:



Hocam , “Bizde kavga uzun sürmez.Her şey bir kırmızı gülün ucundadır.Hemen sorunu çözerim” diyorlar...



Her şey bir kırmızı gül kadar ucuz ve kolay olmamalı.Her şey , bin bir emekle, sevgisi bereketlendirilmiş bir gönülle halledilmelidir.



Yüreğin,sevginin renkleriyle bin bir çeşit yediveren güle döndüyse , varsın elinde bir gül bulunmasın.



Gül müsün kardeşim , elin gülsüz de olur.



Gönlün gülleşmişse,o yeter bana.



Geldiğin yer gülüyorsa



Seni gören gönül eğer



Gülistana dönüyorsa



Ne mutlu sana...



(Sen gül olmuşsan,gülden sana ne?



Bırak o kalsın dalında …



Üstelik,gülleşmiş gönülün dikeni de yoktur.



Ne batar,ne kanatır,



Hep cana can katar…



Hep mutluluk ve huzur sunar…

HAC, UMRE ve KABE ÜSTÜNE

Her Müslümanın içinde büyük bir hasret konusudur Kabe aşkı… Gören bir daha görmenin iştiyakıyla yanar; görmeyen düşünü görür, ne yapıp edip ulaşmaya çalışır.
Kabe, bütün camilerin merkezi, temsilcisi ve annesidir. Gözlerin ve gönüllerin hedefidir. Allah’ın evi, varlık ve birliğinin simgesidir ki, onun etrafında aşkla dönen mü’minler iman tazelerler ve tazelenirler.
Bazı gönül ehli gitmeden gider, hasretiyle yana yakıla rengine boyanır ve gitmiş gibi olurlar. Bazı gönülsüzler de, gittikleri halde gidememişlerdir. Zira Kabe’ye sırf gövdeyle gitmek mümkün değildir. Bahtsız bir kısım da, gidip hacı olur ama, hacı kalamaz. Bu kalamayışla da hacca, hacılığa ve hatta doğrudan doğruya dine, imana laf ettirirler.
Bu sebeple, “Hacı olmak kolaydır amma, hacı kalmak zordur” denilmiştir.
Bir kısım mü’min, hacla, umreyle arındıktan sonra, “Dünyaya bulaşmayayım” diye toplumun dışında kalmaya çalışır. Bir kısmı da, haccı ,umreyi ranta çevirir. Tabii ki ikisi de çok yanlıştır.
Kabe ziyaretinin ne anlama geldiğini idrak eden, bu sebeple de oradan melekleşerek dönen ve toplumun sevgilisi haline gelen gönül ehli çok şükür ki çoğalmaktadır. Bu güzel insanlar, Yunusça düşünür ve kalp kırmayı, Kabe yıkmaktan daha kötü bilirler. Bir gönül ziyaretini de Kabe ziyareti sayarlar.
Bizim ülkemizde, yıllar yılı Hac yasaklanmıştı. Hacca gidiş resmen engellenmişti ama, gönüllerdeki Kabe aşkı söndürülememişti.
O günlerde, “Kabe Arab’ın olsun
Çankaya bize yeter!” diye çılgınlaşan şairler vardı.
Halbuki Kabe, bu milletin kıblesiydi, mukaddeslerinin timsaliydi. Gözlerden silinse de, gönüllerden asla silinemezdi.
Böyle olduğu içindir ki, resmen yasaklanmış olan Hac ve Umre, fiilen önlenememişti. Bastırılması mümkün olamayan Kabe aşkıyla harekete geçenler, mayınlı sahalarda, canlarını tehlikeye atarak Beytullah’a yürümüşlerdi. Yayan yapıldak, bin bir tehlikeyi göze alarak, bazen sınırlarda kaçakcılık yapanlardan yararlanarak, bazen vicdanının sesini dinleyen jandarmaların insafına sığınarak gitmişler, bazen de mayın kurbanı olarak Kabe yolunda ölmüşlerdi.
Adeta, “Varamasam da, yolunda ölürüm ya!” diyen karınca gibi düşünüyorlardı.
İşte o cefakar insanlardan biri de Alasonyalı Hacı Cemal Öğüt merhumdu. Alimdi, hatipti, hocaydı ve İstiklal Harbi gazisiydi. Mekke ve Medine düşman etkisine girmesin diye,hayatını ortaya koyarak, MM teşkilatını kurmuş ve İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçırılmasının önemli bir ayağı olmuştu.
Haccın yasaklandığı günlerin birinde, bir rüya gördü. Hem de ne rüya… Osmanlı dedelerimizin rüya demediği rüyalardan biriydi bu. Zira içinde Efendimiz (s.a.v) vardı.
Şöyle anlatır:
“-Koskocaman bir meydanda on binlerce insan toplanmıştı. İğne atılsa yere düşmeyecek denilen cinsten bir kalabalıktı bu. Yaklaştım ve bu müthiş kalabalığın sebebini sordum.
“-Efendimiz (s.a.v) teşrif buyuracak” dediler.
Ben de oradaki herkes gibi, büyük bir heyecanla gözümü gökyüzüne dikip Güzeller Güzeli’ni beklemeye başladım. Biraz sonra, gökyüzünden büyük bir el, nurlar saçarak yeryüzüne doğru uzandı ve gel gel der gibi açılıp kapanmaya başladı.
Yanımdaki insanlara, bunun ne demek olduğunu sordum. “Efendimiz (s.a.v) seni çağırıyor” dediler.
Heyecanım son haddine gelmişti.
“-Geleceğim Ya Resulallah, geleceğim inşaallah!” diye seslendim. Sevinç gözyaşlarım sel olmuştu ki uyanıverdim…
O zor günlerde Efendimiz’e (s.a.v) nasıl gidilirdi? Maddi yollar bütünüyle kapalıydı.
İşin içinden çıkamadım. Suriye sınırından kaçakçılarla anlaşıp geçip gitmek de içime sinmedi. Doğruca Ankara’nın yolunu tuttum. Emniyet Genel müdürü Rıfat Bey, benim Milli Mücadele günlerinden mesai arkadaşımdı. Ona başvurdum.
“-Hocam, durumu biliyorsun. Normal yollardan Hacca gitmenin imkanı yok” dedi.
Mecbur kaldım ve Efendimiz’in davetini Rıfat Bey’e de anlattım. Eski arkadaşım rüyamdan çok etkilemişti.
“-Hocam, merak etme, ne pahasına olursa olsun seni Efendimiz’e göndereceğim. Ancak bana biraz zaman ver” dedi.
Ben de teşekkür edip beklemeye başladım. Nihayet, üç gün sonra bulabildiği çözümü, özür beyan ederek bana bildirdi.
İstanbul’dan İskenderiye’ye giden bir yük gemisine binecektim. Ancak bir yolcu olarak görünmem sakıncalı idi. Bu sebeple de, gemide aşçı yamağı olarak görünecektim. Görevim bulaşık yıkamak olacaktı.
Rıfat Bey’in, utana sıkıla açıkladığı bu çözümü tereddütsüz kabul ettim. Güzeller Güzeli’nin davetine icabet edecektim ya aşçı yamaklığının sözü mü olurdu. Daha zor ve ağır bir görev de olsa, o yola çıkmaya hazırdım. Çünkü içimin yangını günden güne dayanılmaz bir hale geliyordu.
Sonunda kararlaştırılan gün geldi. Aşçı yamağı olarak İstanbul’dan bindiğim yük gemisinden, İskenderiye ‘de hacı adayı olarak indim. Oradan da bedenen epey zahmetli ve fakat gönülce çok rahmetli bir seferden sonra, Mekke’ye, Kabe’ye ulaştım. Hac’dan sonra da Efendiler Efendisi’ne kavuştum.”
Şimdilerde, lüks uçaklarla, birkaç saat içinde hacca, umreye giden mü’minlerin o günleri unutmaması ve şükürlerini çoğaltması gerekir diye düşünüyorum. O günlerden bu günlere kolay gelinmedi. Bu gelişte emekler, gayretler, terler ve bol gözyaşı bulunmaktadır.
İnönü döneminin Diyanet İşleri Başkanı olan Ahmed Hamdi Akseki merhum, hacca gitmek için Cumhurbaşkanı’ndan izin istemişti. Ancak İnönü, “Bu sene (1950) seçim var, gidişiniz bizim aleyhimize yorumlanır. Daha sonra gidersiniz” diyerek, Diyanet İşleri Başkanı’nın haccına bile müsaade etmemişti.
Ne var ki, değerli ve faziletli Alim Ahmed Hamdi Akseki,1951 yılında vefat etti ve dolayısiyle de hac yapamadı.
Benim haysiyetli Hacı Annem Münevver Ayaşlı ise, yıllar yılı imkânı müsait olmasına ve yollar açık bulunmasına rağmen hac yapmamıştı.
“-Niçin hacca gitmiyorsunuz?” diyenlere de şu cevabı vermişti:
“-Ben, Devlet-i Aliye devri çocuğuyum. Babamın görevi gereği Selanik’te doğdum. Mekke Medine’de, Lübnan’da okudum. Dolayısiyle de mukaddes topraklara benim çocukluğumda büyükelçi değil idareci gönderilirdi. Oralar sınırlarımızın içindeydi. Şimdi Mekke’ye, Medine’ye pasaportla gitmek zoruma gidiyor, ağır ve acı geliyor bana. Kaldırın pasaportu, vizeyi, hemen düşerim yollara…”
Tabii ki, daha sonra, harika bir tarzda hac farizasını da ifa etti ama, rahmetli bu sözleriyle bize bir mesaj vermek istiyordu. Umarım, bu mesajı hacca ve umreye giden her mü’min alabilir ve daha dün denecek yakın bir zamanda milletimizin yaşadıklarını, gerekli dersleri çıkararak bir daha hatırlar. Buna mecburuz. Çünkü giderek hafızasız bir millet oluyoruz. Ben söze, “Haccın yasaklandığı günlerdeydi” diye başlayınca, az buçuk mürekkep yalamış olanlar bile, hayretler içinde:
“-Allah Allah, bu ülkede hac da mı yasaklanmıştı” diyorlar.
Hac ve umre yapabildiğimiz için daha çok şükredelim ve unutmayalım ki, dünü bilmeyenin geleceği aydınlık olamaz

ÇOCUK GÖNLÜMDEKİ EFENDİMİZ (SAV)

Zaman tüneline girip Efendimiz’le ilgili ilk hatıralarıma dönmeye çalıştım.Hafızamda canlanan ilk şey,anneannemin Mehmet isimli torununa seslenişi oldu.Bütün torunlarını adlarıyla çağıran o muhteşem Osmanlı anası,sadece Mehmed’i bundan istisna tutar;onu daima “Adı Güzel !” diye çağırırdı.
“-Nine,sadece Mehmed’in mi adı güzel ki?” diye çocukca sorardık…
O da, “Hepinizin adı güzel,nineniz hepinize kurban olsun amma,bunun adı GÜZELLER GÜZELİ’nden geliyor;bununki en güzel” diye cevaplardı bizi…
Anneannemin okuması yazması yoktu ama,gönlü bir muhabbet deryası idi.Ben ilk ondan duydum ve çok sevdim,Efendimiz’e (s.a.) Güzeller Güzeli demeyi…
Mehmed’in Muhammed’den gelişini ise,çok sonraları din dersi öğretmenimden öğrendim.
Öğretmenim demişti ki:
“-Bu asil millet,o kadar güzel olunamayacağını bildiği için,Muhammed’i Mehmed yapmış…Böylece, “O’nun kadar güzel olunamaz ama,olunabildiği kadar da onun gibi olmalı” mesajını vermiş…Örnek,önder,rehber,sadece ve yalnız O’dur.Bu gerçeği vurgulamak için Mehmed’i sevmiş,yaymış ve iftiharla taşımış isim olarak…”
Bu açıklamalar çocuk ruhlarımızda bir gıpta damarı uyandırmıştı.Adı Mehmet olmayanlarımız, çok üzülmüşlerdi.
Bunun üzerine öğretmenimiz, “Efendimiz’in tek ismi yok;bütün Ahmed’ler,Mahmut’lar ve Mustafa’lar da O’nun adını taşıyor demiş ve eklemişti:
Milletimiz askerine de Mehmetçik demiş…Cephelerde şahlanan ve meydanları düşmanına dar eden kahramanlarını,küçük Mehmetler diye anmış…
Demek istemişler ki,Muhammed’den ilhamlı Mehmed’in, küçük bir örneği böylesine kahramandır.Varın gerisini hesap edin…Varın, aslını,özünü,hakikisini bir tahmin edin…
Bu sebeple,inşallah hepiniz Mehmetçik adayısınız.”
Öğretmenimiz,dersin sonunda hepimizi bir kez daha mutlu etmiş ve “Asıl önemlisi adını taşımak değil,tadını taşımak,yani onun güzel ahlakıyla ahlaklanmaktır” demişti…
Ahlakıyla ahlaklanmak…
O’nun ahlakını öğrenmek ve dolayısiyle de Muhammedleşmek,hepimizin aşkı sevdası olmuştu.Bu iştiyakımızı gören öğretmenimiz, “Haftaya , Efendimiz’in üstün ahlakını anlatayım” dediği zaman çok sevinmiştik.
Öğretmenimizin haftalar boyu anlattıklarından, aklımda az şey kaldı.O az şey,hayatım boyunca beni en çok etkileyen ve yönlendiren çok şeyim oldu.
Öğretmenime,anneannemin Efendimiz’e hep GÜZELLER GÜZELİ dediğini söylemiştim.O da bu deyişi çok sevdi ve artık anneannem gibi,yüreğinden çıktığını hissettiğimiz bir biçimde,sesi titreyerek,GÜZELLER GÜZELİ demekteydi.
Anneannemle aynı dili ve yüreği paylaşan öğretmenim,sevgimi daha çok kazanmış,gönlümdeki yerini daha da yüceltmişti.
O günlerden içimde yer etmiş güzellikler,nelerdi diye dönüp geçmiş günlere geri gittiğimde,önce Efendimiz’in dürüstlüğü çıkıyor önüme…
Delikanlı olmak hevesindeki bizler,asıl yiğitliğin dürüstlük olduğunu öğrenmiştik.O’nun gibi yalansız dolansız,dürüst ve dolayısiyle de güvenilir olmak…Düşmanlarının bile kabul ettiği El-Emin sıfatı bizi öylesine hayran bırakmıştı ki,birkaç arkadaş,aramızda sözleşmiş, güvenilir Muhammed’in güvenilir sevdalıları olmaya karar vermiştik…
Yalansız ve güvenilir bir hayat…
Çok hoştu ama,bir o kadar da zordu…
O günden sonra her söylediğimiz yalan bizi biraz daha derinden sarsıyor,üzüyor ve kendimize kızdırıyordu.Her defasında binbir pişmanlık içinde yalansız yaşamaya tekrar söz veriyorduk.
Düşmanımız zaten yoktu ama,hiç olmazsa arkadaşlarımız arasında güvenilir kişiler olmak çabasındaydık.İşte tam da o günlerden birinde yolda bulduğum 5 lira beni nasılh da perişan etmişti.Bir ilkokul öğrencisi için çok az bulunacak bir büyük harçlıktı 5 lira…Ve ilk defa elimdeydi;dürüstlüğü bozduğum takdirde de kesin olarak benimdi…
Ama,bir eline ayı,diğer eline güneşi bir kupa gibi koysalar bile,doğruluktan ve haktan ayrılmayacağını söyleyen Efendimiz’e nasıl layık olacaktım?
Kaç gün cebimde gezdirdim o 5 lirayı,ama harcayamadım…
Bir “Erdemliler Sözleşmesi” ne katılıp,haksızlığı önlemek için çalışanlara katılmıştı Efendimiz…Biz de arkadaşlarla,aramızda bir sözleşme imzalayıp,haksızlıklara karşı koymak için aramızda anlaşmıştık.Efendimiz’in delikanlı yaşında böylesine cesur,dürüst ve merhametli oluşu ve kendisinden yaşlı insanların arasına tek genç olarak katılışı hepimizi hayran bırakmıştı.
Daha sonra,ortaokul yıllarında,hemşehrim,baba dostum,şairler sultanı rahmetli Necip Fazıl’ı tanıma bahtiyarlığına erdim.Ben O’ndan öğrendim Efendimiz’in bir aşk konusu olduğunu…Aşkullah ve muhabbet-i Resululullah hususunda tavizsiz ve derin olan Rahmetli, “O ki o yüzden varız “ diyor, varlık sebebimizi ona bağlıyordu.…
Daha sonra,sadece biz insanlar değil,bütün varlık O sebeple yaratıldı gerçeğini vurguladı ve “O ki, varlık o yüzden…” dedi.
“Çöle İnen Nur” dedi O’na…Alemlerin Efendisi,kainatın övüncü,Ufuk Peygamber,son Nebi…Ama asla, has adı yoktu Efendimizin kaleminde ve kelamında…Bir kere bile Hz.Muhammed (s.a.) demedi.Bu liyakatı kendinde görmedi.
Bize de bir şey demek istedi.Ya da bir şeyle çok şey demek istedi.Bizim ilk delikanlılık yaşlarımızın yorumu,bu şey AŞK’tı…
Evet,Efendimiz,aşkın zirvesindeydi,aşkın kendisiydi ve aşktan ibaretti.Onu anlamak için bu aşktan nasıpli olmak gerekti.Yoksa sadece bilgiyle,yani kafayla gelenler varamazdı o zirvenin eteklerine,yaklaşamazdı…
Gönül dolusu muhabbetle ak pak olmuşlara mahsustu güzelliğini paylaşmak,nurundan lem’a kapmak ve aydınlığında hep uyanık kalmak…
Aşktan ibaret bir varlığa aşktan nasipsiz yaklaşmak elbette imkansızdı.

Muhteşem Bir Sevgi İletişimi: Namaz

Namaz, Rabbimizle kurduğumuz en güçlü sevgi iletişimidir. Huzurunda huzur bulduğumuz, Yüceler Yücesi’ni ancak namazda bütün varlığımızla hissederiz; varlığında varlık buluruz.



Başlangıç tekbiriyle ellerimizi kaldırıp her şeyi geriye, arkaya, ikinci plana atarız. Birliğinde dirlik ve dirilik buluruz. Güzel isim ve sıfatlarıyla kuşatılırız; üzerinde durduğumuz seccade kanatlanır ve bizi ötelere, ötelerin ötesine götürür. Bir nur ve huzur iklimine taşınırız. İmanımız güçlenir, derinleşir, mânevî lezzetini ruhumuza daha çok tattırır. Miraç hediyesi namaz, böylece bizim de miracımız olur.


Namaz, kulluk davetine icabette sorumluluğumuzu hissetmektir,


“ Sözümde duruyorum, Sen benim Rabbimsin ve huzurundayım.” diyerek isbât-ı vücut etmektir. Bu sebeple, en derin ve anlamlı kulluktur namaz. Kimin huzurunda durduğumuzu bilerek varılır hakikatine. Hiç kimseye yapılmayanlar yapılır Cenâb-ı Hakk’a. Böylece O’nun eşsizliği, tekliği, birliği, beş vakit namazla fiilen ilan edilmiş olur.


İnsan zayıf, sonlu ve sınırlı bir varlıktır. Kudreti sonsuz olanın huzurunda, O’ndan başka her şeyi unutarak durur, en derin saygıyla eğilir ve sonra da, koyar varlığının en kıymetli uzvunu yerlere. Böylece, kime secde ettiğini bilerek gerçek namaza ulaşmaya çalışır. Bu, sadece bedenin değil, rûhun da secdesidir. Böyle olduğu içindir ki, nefsâniyet bütünüyle serilir yerlere, benliğin burnu sürtülür, gurur sürgün edilir. Bu hâli yaşayan kul, kendi kişiliğinin farkına varır, sahibine, mâlikine, yaratıcısına teslim olmanın, varlığında ebedî bir varlık bulmanın saadetine erer.


Namaz bu sebeple rûhun zaferi, nefsin hezîmetidir. Ancak bu zafer, bir seferlik değildir. Çünkü nefs, her hezimetten sonra, yeniden ve bir daha serildiği ve devrildiği yerden kalkmak ve intikamını almak için harekete geçecektir. Bu sebeple, dünya imtihanında mü’mini başarıya götüren en temel güç namazdır. Namazsız insan, nefse ve şeytana karşı çok önemli bir korunma, beslenme ve güçlenme unsurundan mahrum kalmış demektir. Namaz, imanların teyidi ve sınanmasıdır. Mü’min namazda sudaki balık gibidir, namazla hayat bulur. Kanatlanır İlahi huzura ve tabii ki bu âlemden hiç çıkmak istemez. Büyüklüğü önünde yokluğa varan küçüklüğünü, gücü önünde acizliğini, sınırsız zenginliği karşısında fakirliğini iyice anlar. Kendi adına ne kadar yoklaştığını, Rabbi namına ne kadar çoklaştığını hisseder, O’na güvenip dayanmanın ve ancak O’ndan yardım dilemenin doyumsuz zevkini yaşar.


Necip Fazıl rahmetli, “Namaz kılabildiğiniz için de namaz kılın, secde edebildiğiniz için de şükür secdesi yapın.” derdi.


Rahmetli Hacı Annemiz, gençliğinde hocasına, “Bu aralar namaz kılamıyorum.” diye dertlenir. Mürşidinin cevabı sarsıcıdır…


“ – Sen, bu vakte kadar hiç namaz kıldın mı ki!” Namazın hakîkati, bir çınar tohumunun ağaçlaşıncaya kadar yaşadığı merhalelerce çokluk ve çeşitlilik arzeder. Yani her namaz aynı değildir. Ancak namazın hakikisi, kılanı en güzel ahlâka yüceltir. Namazı bize öğretenin ahlâkına getirir.


Namaz günaha giden yollarda en etkili frendir. Efendimiz (sav)in ifadesiyle, mümini beş vakit yıkayan ve arıtan bir ırmaktır.


Namaz, bittikten sonra da devam eder. Hz. Mevlana, bu manaya işareten der ki:


“ – Öyle bir abdest al ki, hiç bozulmasın.


Öyle bir namaz kıl ki hiç bitmesin. Âşıka beş vakit yetmez, beş yüz bin vakit arzu eder. Zira namaz, Sevgililer Sevgilisi olan yüce Yaratıcıya vuslattır.


Gerçek âşık, vuslatın bitmesini ister mi?”

BU DÜNYADA YOLCU GİBİ YAŞAMAK

İnsanın temel yanılgılarından biri,bu dünyada temelli kalacağını ve hep yaşayacağını sanmasıdır.Oysa ki insan, bu dünyaya uğrayıp geçecek bir misafir gibidir.
Sahipmiş gibi göründüğü şeyler,elinde hep emanettir.Evet,insan bu dünyada geçici olarak vardır.Emanetçidir.Ve asla mal sahibi değildir.
Büyük şehirlerde emanetçiler vardır.
Genellikle yabancılar,yolcular,yanlarında taşıyamayacakları eşyalarını,belli bir ücret karşılığı,belli bir zaman için,onlara bırakırlar.Sonra da, bıraktıkları sürenin ücretini ödeyip,emanete bıraktıkları mallarını geri alırlar.
Emanetçi, belli bir ücret karşılığı,kendisine bırakılan malı muhafaza eder.Mal sahibi istediği anda da,teslim aldığı gibi,aynen geri verir.
Biz de bu dünyada,Yüce Yaratıcı’nın emanetçileriyiz.Şu anda bize sunulmuş olan dünya nimetlerini, belli bir süre kullanacak;mal sahibi istediğinde ise,hemen bırakıp ebedi aleme göçeceğiz.
Acaba biz, bu dünyada gerçekten emanetçi gibi mi yaşıyoruz,yoksa mal sahibi gibi mi?
……………………………………



Bu dünyada kendisini emanetçi gibi hissedenler,hırsa ve kıskançlığa düşmezler.Çünkü,zaten geçici bir süre için elde edilen ve aslında kendisine ait bulunmayan şeyler için hırs göstermek akıllı insanlara yaraşır mı?
Başkaları kadar dünyalık kazanamayınca da ,kıskançlık duygularında boğulmak,hırstan ve hasetten patlamak insanca mıdır?
……………………………………….
“-İnsan,kıskandığı şeyin akıbetine baksın” der Bediüzzaman.Çünkü sonunda, zenginle fakir de eşitlenecek,ahiret yolculuğuna ikisi de, sadece bir kefenle çıkacaklardır.Bu gerçek gönülde yer etmişse,insanda kıskançlık kalır mı?
“Onda var da, bende niçin yok” krizi yaşanır mı?
Kendisini emanetçi gibi hisseden;mal hırsında boğulup kalır mı?
............................................................
Bu dünyanın misafiri olduğunu bilen;hep toplama ve daha çok şeye sahip olma oburluğundan kendini kurtarır.
İnsan,elindeki her şeyi bir gün bırakıp gideceğini ve bu dünyadan sadece iki metre kefen bezi ile sonsuzluk yolculuğuna çıkacağını bilse…Ah bunu bir bilebilse ve bu bilgiyi şuura dönüştürebilse,pek çok olumsuzluk düzeliverecektir.
İnsan bu gerçeği elbette bilir ama,bilmiyormuş gibi yaşar hep…Unutmuş gibi davranır.Bu sebeble sık sık hatırlamakta fayda vardır.İbadetlerin tekrarı,öğütlerin devamlılığı,işte bu yüzdendir.Sıkça unutan insana,sıkça hatırlatmak gerekir.
Güzeller Güzeli, hatırlatmayı en etkili biçimde yapar;“Hayatın tadını ve lezzetlerini acılaştıran ölümü sıkça anınız” buyurur.Zira,bir gün her şeyi burada bırakıp gitmenin adıdır ölüm...
Madem ki,bir gün her şeyi burada bırakıp gideceğiz,öyleyse biriktirme konusundaki bu hırsımız nedendir?
İnsan bir yolcudur.Ruhlar dünyasından başladı yolculuğa…Anne rahminden dünyaya,buradan kabre,kabirden yeni bir dirilişle kalkıp, ebedi ve asıl aleme doğru yol alıyor.Öyle ise,götürmeye değer olanı ve gittiği yerde işe yarayacak olanı biriktirmeli değil mi?
Bu uzun yolculukta,dünya sadece bir uğrak yeri…Bir mola mekanı,bir durak…
Uzun bir seyahatte,otobüsün yemek ve ihtiyaç molası verdiği yerde sürekli kalacağını sanan adam gibi olmayalım.
Mola yerini hemen sahiplenen ve kendisini,orada geçici bir süre emaneten kullanacağı şeylerin gerçek maliki sanan adam,akıllı sayılabilir mi?
……………………………
Madem misafiriz.Misafir beraberinde getirmediği şeylere gönül bağlamaz,aşık olmaz.Dolayısiyle de onları bırakıp gideceği zaman,ah vah etmez.
Hakiki mü-min,dünya işlerinden kazandığına tam sevinmez;kaybettiğine de tam üzülmez...
.........................................
Yolcunun yükü hafif olmalıdır.
Zira,ağırlığı az olan kişi,seyahat sırasında rahat olur.
Biz de yolcuyuz.Ne kadar nazlansak,bizi burada durdurmazlar.Sevkiyat var.Öyleyse,sürekli sefere hazır durumda bulunmalıyız.
..............................................
Genç ve tecrübesiz bir adam,uğradığı şehirde,ününü duyduğu bilge bir zatı ziyaret eder.Kafası ve kalbiyle insanların saygısını kazanmış olan bu değerli kişinin yaşadığı ortam,delikanlının dikkatini çeker…
Çünkü,bu bilge adam,fakir sayılacak derecede yaşıyormuş ve çok az eşyaya sahipmiş…Evinin fark edilen tek varlığı, fevkalade zengin olan kütüphanesiymiş.
Genç Adam, büyük bir merak ve yadırgama duygusuyla, sormaktan kendini alamamış:
“-Efendim,ortalık bomboş görünüyor,eşyalarınız nerede?
Bilge Adam,soruyu boş bulmuş ve bir soruyla karşılık vermiş:
“-Peki, sizinkiler nerede?”
“-Ben bir yolcuyum” demiş Genç Adam…
“-Ben de…” demiş bilge kişi…
……………………………….
Peki biz?
Biz de yolcu değil miyiz şu dünyada?
Öyleyse neden yolcu gibi davranmıyoruz.
Bediüzzaman bu dünyada kendisini yolcu gibi hisseden bir bilge kişiydi.Bu sebeble,dünyaya metelik vermez ve hep derdi ki:
“Bu dünyadan yüküm,taşıyabileceğim kadar olmalı…”
Bu prensibinden dolayı, elinde zaruri ihtiyaçlarını içinde taşıdığı bir sepet olurdu.Bazen de omzunda bir heybe…
O dünya yükünün de, bütün ısrarlarına rağmen,hiç bir talebesine taşıtmazdı.
Ve bu hususta derdi ki, “İnsanın temel ihtiyaçları dört şey iken,maddeci medeniyet,bunu yirmiye çıkarmıştır.”
Şimdi sağ olsa da görseydi,insanın olmazsa olmazları kaça çıktı?
Günümüzde,kim kendi gücüyle taşıyabilir dünyalığını?
Bir taşınmaya kalksak,acaba kaç kamyona sığabiliriz?
Yükü hafif olanlara ne mutlu!
Çünkü dünya yükü arttıkça , onları taşıma zahmeti de artar.Üstelik terkedip gitmek de ne kadar zorlaşır onları…
Koca Yunus ne güzel der;
Kem durur nicelerin yoksullardan varlığı,
Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı.
.........................................................
Emanetçiyiz bu dünyada,ya da garip bir yolcu…
Öyleyse,hiç ölmeyecekmiş gibi,büyük bir hırsla dünyalık yarışına girmek niye,neden?
Güzeller Güzeli )s.a.), ne etkili uyarır bizi:
“-İnsan bu dünyada bir yolcudur.Dünya hayatı,bu yolcunun ihtiyaç gidermek için mola verdiği bir ağaç altıdır.Orada biraz durup,dinlenecek; sonra da yoluna devam edecektir.”
Ve yine buyurur ki, “Bugün koşu meydanı,yarınsa kazanma günüdür.Varılacak yer Cennet veya Cehennem dir

HAYR HUZUR DOLU NİCE BAYRAMLARA

Sevgi ailemin güzel gönüllüleri! Rabbim o güzel gönüllerinize bayram nurları yağdırsın.Bayramınız mübarek olsun.Mübarek bayram,sizleri de mübarekleştirsin.
İnşallah, bayramı,Rabbinizle ve kendinizle barışık olarak yaşarsınız.Dolayısıyla da,inşallah küskün olduğunuz hiç kimse kalmaz!
Kurban Bayramı,sadece et paylaşımı değildir.Asıl,muhabbetin,merhametin,şefkatin dolu dolu paylaşıldığı günlerdir.Bu sebeple,sevgi çeklerinizi ödemeyi asla ihmal etmeyiniz.Yüreğinizin açılmadığı hiç kimse kalmasın.Sizi gören sevinsin.Hele de çocuklar...Çocuksuz bayram eksiktir,bayramsız çocuk noksandır.Bayramın en güzel süsü,çocuk cıvıltısıdır.
Ne mutlu bayram sevincini öksüzle,yetimle paylaşanlara!
Ne mutlu,bayramda fakiri,engelliyi,hastayı,yaşlıyı,kimsesizi unutmayana!
Sevgi ailemin güzel gönüllüleri! Hayr,huzur dolu nice bayrama çıkasınız,sağlıkla ve mutlulukla...
Bayram sevinci içinizde daim ola...
Dua bekleyerek ve dua ile...
Selam,sevgiler.

MUTLU MUSUNUZ? Bayram Sohbeti

“– Mutsuzum” diyenlere rastladıkça, babası bisiklet almadığı için çok üzülen Murat’ı hatırlarım. Murat, ilkokulu bitirmişti ve en samimi arkadaşına alınan bisiklet ona alınamamıştı. Memur olan babası, “Bisiklet seneye” dediği andan itibaren, Murat kendisini dünyanın en mutsuz insanı gibi hissetmeye başlamıştı. Zira bisiklet, Murat’ın mutluluk için olmazsa olmaz bir şartı idi. Bu şartı kendisi koymuş ve vazgeçilmez kılmıştı. Yani bir bakıma, mutsuzluğunun sebebini kendisi icat etmişti.



Hepimizin, mutluluk için böyle olmazsa olmaz şartları yok mudur?
Mutluluk için şart koştuğumuz her şey, aslında onun bize ulaşmasını zorlaştıran bir engel değil midir?
Mutlu olmak için şartlarımızı ne kadar azaltırsak, hedefe o kadar kolay ve çabuk ulaşmış olmaz mıyız?
Peki bizim mutlu olmak için şartımız nedir?
Mutlu olmak için eğer zihnimizde kocaman bir liste varsa, ilk işimiz, bu listede yazılı maddeleri hemen eksiltmemiz, azaltabildiğimiz kadar azaltmamızdır…
Batı Medeniyeti, mutluluğun vazgeçilemez şartlarını çoğaltmak suretiyle, mutsuz insan sayısını artırmıştır.

Anlatılır ki, kralın biri çok mutsuzmuş… Ne yapılsa, nasıl yaşasa, bir türlü mutlu olamıyormuş… Kralın bu derdini bilen bilge bir kişi, ona şu tavsiyede bulunmuş:
“– Bütün ömründe hep mutlu olmuş, hiç üzülmemiş bir adamı bulup, onun gömleğini giyiniz… Ancak bu şekilde mutlu olabilirsiniz…”
Mutsuz kral, böyle birini bulmaları için adamalarına emir vermiş…Ülke didik didik edilmiş, her yer taranmış ama, “Ben hep mutluyum” diyen bir adama rastlanmamış…
Tam ümitsiz olacaklarken, bir dağ başında buldukları garip bir çoban, “Evet” demiş, “Ben hep mutluyum. Mutsuz olduğum hiçbir zamanı hatırlamıyorum!”
Kralın adamları çok sevinmiş…Tekrar, tekrar sormuşlar:
“– Gerçekten hep mutlu musun?”
“– Mutsuzluk diye bir şey tanımadım” cevabı üzerine de, onu tanıyanlara sormuşlar. Yakınlarının şahitliği de, çobanın doğru söylediğini isbatlamış. Bunun üzerine çobana durumu anlatmışlar ve tabii ki hemen gömleğini istemişler.
Garip çoban, işte o an, kendinden isteneni yerine getiremediğinden çok mutsuz olmuş ve büyük bir üzüntüyle, “Benim hiç gömleğim olmadı ki” demiş…

Olumlu Düşün, Mutlu Ol!
Olumlu düşünmek, hem vücut sağlığının, hem de mutluluğun temelidir. Bu cümle Prof. Faruk Yorulmaz’a ait… Bu sebeple, konunun uzmanı olan Prof. şu tavsiyede bulunuyor:
“Nefret ve kin duygusu yerine, sevgi ve bağışlama duygusunu geliştirmeliyiz.”
Aynı uzmana göre, mutluluk, “İnsanın iç dünyası ile dış dünyasının uyumlu hale gelmesiyle” sağlanabilir.
Zihin sağlığı olmadan, beden sağlığı da olmaz.
Bu sebeple, insanın mutluluğu içinde başlar. Mutluluk için, iç donanımı hazır olmayan insanı, dış şartların çok uygun olması dahi mutlu edemez.
Gönlü mutluluk için müsait olmayan kişi, bedence de sağlıklı kalamaz. Zira zihindeki olumsuzluk, bedeni de yaralar, güçsüz düşürür.
İşte bu yüzden, mutluluğu beden sağlığında ve dışarıdaki maddi şartlarda arayanlar, hep yanılmışlardır. Zira bedeni yaşatan ruhtur. Ruh, deruni ve asıl varlığımızdır.

Hayat, gördüğümüz ve algıladığımız gibidir. Olumlu düşündüğümüzde, o da bize olumlu davranır. Adeta zannımıza ve düşüncemize göre tavır alır.
Hayat rüya gibidir. Yorumumuza göre gerçekleşir. Bu yüzden uyanıkken gördüklerimizi hep olumluya ve hayra yormamız gerekir. Olumlu düşünmek, insanın gerginliğini, telaşını ve endişelerini giderir. Olumlu düşünmek, insanın ruh sağlığını korur ve kendisini iyi hissetmesini sağlar.
Aynı hastahane odasında, aynı hastalıktan yatan iki hastadan biri, ziyaretçilerine, hep “İyiyim, daha da iyileşeceğimi umuyorum” diyor. Diğeri ise, daima, “Çok kötüyüm” cevabını veriyor. Aynı tedaviyi gören bu iki hastanın durumu, aynen dedikleri gibi çıkıyor.
Zira, olumlu düşünmek, insanın kendisini iyi hissetmesini sağladığı için, hastalığa karşı da direncini artırıyor.
Olumlu düşünmek, kalp hastalıklarına yakalanma tehlikesini de azaltıyor, solunumu düzene sokuyor. Bu suretle, müsbet düşünmek, daha iyi oksijen alan beynin ve vücudun daha iyi çalışmasını sağlıyor. Bunun sonucunda da, insan dikkatini daha iyi topluyor, konulara daha çok odaklanabiliyor, çok daha canlı ve uyanık halde bulunuyor. Böyle bir insan, insani ilişkilerinde çok daha dikkatli, etkili, olumlu ve yapıcı hale geliyor.
Hayatın zorluklarını halletmekte, problemlerini çözmekte daha başarılı oluyor; kaza ya da hata yapma riskini azaltıyor. Olumlu bakış açısını yakalayan öğrenci, derslerindeki başarısını artırıyor.
Olumlu düşünmeyi prensip haline getirenler, daha sağlıklı, daha mutlu ve kaliteli yaşarlar.
Olumlu düşünebilmenin şartı, hayata hissilikten uzak, gerçekçi ve doğru bakmaktır.
Olumsuz görünen şeyleri irdeleyip incelemek ve görünüşe aldanmamak gerekir.
Eğer olumsuzluk acı ve ağır geldiyse, sabır silahıyla karşı koymalıdır. Musibetin ilk vurduğu andaki sabır, çok kıymetlidir. Çünkü, beklenmeyen bir acının, en etkili ilacı, o andaki sabırdır.
Heyecanı, panik havasını, gerginliği azaltan ve etkisizleştiren sabır hali, beyni kötü ve korkutucu yanlardan, öğretici ve çözüm sunucu taraflara çeker, dertlerle baş etme konusunda faaliyete geçirir. Bu şekilde davranan insan, en ağır ızdıraplar karşısında bile sağlam durur, yıkılmaz… Hayatını ümitsizleşerek karartmaz. Tam tersine, azim ve iradesini, hayata bağlanmakta ve yaşama sevincini artırmakta kullanır. Bu sebeple, olumlu düşünmek, aynı zamanda, olumsuzluktan olumluluk çıkarma sanatıdır.


Güzel Huy Mutluluk Kaynağıdır
Olumsuzluklar karşısında, dışarıdan suçlu aramak, sonra da onlara karşı nefret ve kin duygusu oluşturmak, insanı mutsuz eder. Çünkü, kin ve nefret gibi olumsuz duyguların ilk ve en ağır zararı, o duyguları taşıyana gelir. Kalbinde kin, kıskançlık ve nefret taşıyanlar, üzerlerinde patlamaya hazır bomba taşıyanlara benzerler. Patlamaların öncelikli ve ilk zararı taşıyıcılaradır. Diğer insanları cezalandırmak için, kendisini yok eden bir insan ne derece doğru davranmış olur.
Kin ve nefret, taşıyıcısına ne kadar zarar verirse, sevgi ve bağışlama duygusu da o kadar fayda verir.
Dolayısiyle, anne-baba ve eğitimciler, genç gönülleri sevgi ve şefkat duygusuyla donatmalıdırlar. Çünkü, sevgi ve şefkate doymuş bir gönülde kin ve nefrete yer kalmaz.
Aslında bütün kötü huylar, mutluluğun düşmanıdır. Mesela, haset (çekememezlik), Efendimiz’in (s.a.v) tabiriyle, “Önce hasidi (haset edeni) yer bitirir, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi…”
Bu sebeple, mutluluğun mecburi istikameti, güzel huylarla donanmış olmaktır.
Ve kötü ahlaktan mutluluk çıktığı hiç görülmemiştir.

Senden başka hiçbir şeyi olmayan ben, Sen’den başka her şeyi olanlara acırım.
O’nu bulan neyi kaybeder, onu kaybeden neyi bulmuş olur.
Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı
Rıza ve teslimiyet: Ah teslimiyet…
Kadere iman eden, kederden emin olur.
(Nasibine razı ol ki, rahat edesin…)
El hayrü fi mahtarehullah / Hayır, Allah’ın bizim için seçtiği şeydedir.
Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz.

5 Ocak 2009 Pazartesi

kayseri kaplıca ve içmeleri

Kayseri 'de termalizm ve klimatizm bakımından önemli bazı yerler bulunrnaktadır. Halk özellikle yaz aylarında çeşitli hastalıklar için buralardan faydalanır. Bunlarda sırasıyla şunlardır.



YEŞILHISAR İÇMECESİ


Kayseri'nin 70 kilometre güneydoğusunda bulunan bu içmece, Yeşilhisar ilçesi yakınındadır. Tabi sıcak suyu yanında, mide, safra kesesi, böbrek taşlarının düşürülmesi gibi hastalıklara oldukça faydalı olan içme suyu vardır. Buradaki suyun bağırsaklardaki iç yaraları tedavi ettiği bilinmektedir.



BAYRAMHACI KAPLICASI


Kaplıcanın uzaklığı Kayseri'ye 60 km, Yuvalı üzeri 55 km dir. Şehrin batı kesiminde Bayramhacı köyündedir. 42 derecelik tabi sıcak suyu ile özellikle romatizmal hastalıklar için oldukça faydalıdır. Yeterli konaklama tesisleri vardır. Buralarda çadır termalciliği de önem taşır.



TEKGÖZ KAPLICASI


Kayseri'ye yaklaşık 40 kilometre mesafede ve şehrin batısındadır. Romatizmal hastalıklara, mafsal ağrılarına ve kadın hastalıklarına iyi gelen kaplıcada kabin şeklinde otel odaları vardır. Sosyal tesisleri yeniden düzenlenmiştir.



ZİLE İÇMESİ


Develi'nin Zile Bucağı'ndadır. Mide ve barsak hastalıkları için faydalı suyu vardır. Özellikle burasının yüksek ve açık havalı oluşu, suyun etkisini daha da arttırmaktadır. Çadırla konaklama imkanı vardır.



HACI VELİ KAPLICASI


Kayseri'ye 16 km de Adana yolu üzerindeki bu kaplıca 1994 yılında hizmete girdi. İçerisinde zengin minaralleri bulunan 36,5 C'deki suyuyla özellikle romatizmal hastalıklara iyi geldiği söylenmektedir. Kaplıca Erciyes'in yeraltı sularının bu bölgede ortaya çıkmasından oluşmaktadır

Nevşehir Kaplıca ve İçmeleri

Nevşehir Erciyes Dağı ve Hasan Dağı gibi iki büyük volkanik dağ kütlesinin arasında yer almıştır. Bu yüzden de yörede sıcak su kaynakları çok fazla bulunmaktadır. Arazideki volkanik faaliyetler, kırılma hareketleri ve fay oluşumları da kaplıca ve içmelerin sayıca artmasına neden olmuştur.


Bayramhacılı Kaplıcası (Avanos)

Nevşehir ili Avanos ilçesinde, Kızılırmak’ın bir yay çizdiği yörede bulunan Bayramhacılı Kaplıcası’nda fay etkinlikleri görülmektedir. Kuzey-güney doğrultulu Selçen Deresi vadisinde oldukça belirgin kayma yüzeyleri bulunmaktadır. Buradaki kaplıcanın suları da faylarla ilgilidir. Ayrıca bazalt lav akıntıları da oldukça belirgindir.

Bayramhacılı Köyü’nün 1,5 km. güneydoğusunda bulunan kaplıcanın sıcak suyu neojen volkanik fasiyesli andezitler arasından çıkmaktadır. Kaplıcanın asıl kaynaklarının dışında kalkertüf ve travertenlerin içinde çok sayıda sıcak ve soğuk su sızıntıları bulunmaktadır. Buradaki kireçli sular içerisine konulan her şeyi iki, üç gün içerisinde bir kalker kabuğu ile kaplamaktadır. Bu yüzden de havuzlar, borular, kanallar ve su yolları kemik görünümlü bir örtü ile kaplanmıştır.

Bayramhacılı Kaplıcasının suları karbondioksit taşıyan klora bikarbonatlı alkali ve toprak alkali sular grubundandır. Sıcaklığı 41 C, CO2 gazlı ve tuzludur. Akımı saniyede 3 lt., radyoaktivitesi 11.4 eman, kalevi karbonatlı halojenlerce zengin, arsenik tuz da içermektedir. Bu kaplıcanın suları romatizma ve deri hastalıklarına iyi gelmektedir. Ayrıca banyo ve içme kürleri için de elverişlidir. Kaplıcanın çevresinde turistik tesisler bulunmaktadır.


Kozaklı Kaplıcaları (Kozaklı)

Nevşehir Kozaklı ilçesinin güneyindeki dere yatağı boyunca çok sayıda sıcak su kaynağı bulunmaktadır. Bu suların debileri 30 lt/sn'ye ulaşmakta olup, bu suların bir bölümü dereye, bir bölümü ise, bir süre açıkta aktıktan sonra yeniden yeraltına çekilmektedir.

Kozaklı kaplıcaları, Batı Alman kaplıcaları Birliği sınıflamasına göre sodyumlu, kalsiyumlu, klorlu olup A ve C grubu şifalı sular grubuna girmektedir. Kozaklı kaplıcalarından iltihabı olmayan romatizmal hastalıkların, kireçlenmelerin, cilt hastalıklarının, kronik iltihaplı kadın hastalıklarının, damar sertliklerinin, mantar hastalıklarının ağrılı hastalıklar ve iç salgı bezleri rahatsızlıklarının tedavisinde yararlanılmaktadır.


Gümüşkent (Salanda) Kaplıcası (Gülşehir)

Nevşehir ili Gülşehir ilçesi Gümüşkent bucağının kuzeyinde bulunan Gümüşkent Kaplıcası aynı zamanda da içme niteliğindedir. Kaplıcanın suyu bir havuz içerisinden kaynamakta ve ikinci bir havuzda toplanmaktadır. Saniyede 1 lt. kaynayan kaplıcanın suyu deri hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır.

Gümüşkent içmesinin suyu toprak alkali bikarbonatlı ve bol karbondioksit içermektedir. Karaciğer, safra kesesi ve metabolizma rahatsızlıklarının tedavisinde kullanılmaktadır.


Üzengi İçmesi (Ürgüp)

Nevşehir, Ürgüp ilçesinin 3 km. güneyinde, Ortahisar Kasabası yakınından başlayan Damsa Çayı Vadisine açılan küçük vadinin kaya tabanından ve yamaçlarından kaynamaktadır. Bu içmeye aynı zamanda Üzengi Suları ismi de verilmiştir. İçmenin bulunduğu vadi aynı zamanda bir fay aynası olduğundan kükürtlü ve hidrojen kokulu bu suların toplam debileri 2 lt/sn’yi geçmemektedir. Suyun karbondioksit fazlalığı içimini kolaylaştırmaktadır.

Bu içmenin suları karaciğer, safra kesesi hastalıklarına iyi gelmektedir. İçmenin çevresi ağaçlık olup, aynı zamanda mesire yeri olarak da kullanılmaktadır.


Çökek İçmesi (Ürgüp)

Nevşehir ili Ürgüp ilçesinde, Damsa Çayı vadisinin doğu yamaçlarındaki travertenler arasında bulunan bu içmenin suları 15 derecede kaynamaktadır. Sular demir bileşimli tortular bırakmaktadır. Suyun debisi dakikada 1 lt.dir. Karbondioksit bakımından zengin olup, lt.de 15 gr. tuz içermektedir. İkinci derecede sodyum içermektedir.

Bu içmenin suyu, reaksiyonu hafif asitli olduğundan sindirim düzenleyici, hemoroid, parazit düşürücü, deri hastalıklarının tedavisine iyi gelmektedir.


Çorak İçmesi (Avanos)

Nevşehir-Avanos karayolu üzerinde bulunan bu içme kırık faylardan kaynaklanmaktadır. Suyun debisi çok az olup, 0.5 lt/sn.dir. Suyun tuz oranı çok fazla olup, toprak, alkalik, tuzlu, bikarbonatlı sular grubuna girmektedir.

Bu sular, içme olarak değerlendirildiğinde sindirimi kolaylaştırıcı, salgıyı artırıcı etki yapmaktadır.


Karakaya İçmesi (Avanos)

Nevşehir-Avanos karayolu üzerinde, il merkezine 13 km. uzaklıktadır. İçmenin suları sodyum bikarbonatlı ve alkali içermekte olup, mide ve bağırsak rahatsızlıklarında yararlı olmaktadır.


Ürgüp İçme ve Kaplıcası (Ürgüp)

Nevşehir ili, Ürgüp ilçe merkezinin 5 km doğusunda bulunan kaynak suyunun sıcaklığı 140 ºC'dir. Tuzlu, kokusuz, gazsız sular grubundadır.

Deri hastalıklarında su banyosunda ve kaynağın az ilerisindeki kükürtlü çamurdan yarar sağlanır.


Bahçeli İçmesi (Ürgüp)

Nevşehir, Ürgüp ilçesi Bahçeli Köyü’nün kuzeybatısında bulunan kaynak suyunun sıcaklığı 18 ºC’dir. İçmenin suyu fazla gazlı, kokusuz, bikarbonatlı safra içermektedir.

Hazmı kolaylaştıran ve böbrekleri temizleyen bu su aynı zamanda safra suyu olarak da kullanılmaktadır.

uşak kaplıcaları


Hamamboğazı Kaplıcası

Banaz İlçesi Hamamboğazı kaplıcaları Çevre ve Orman Bakanlığı’nın 22.06.2004 tarih ve 262 sayılı olurları ile Kültür ve Turizm Bakanlığı adına 49 yıl süreyle tahsis edilerek, Bakanlar Kurulunun 22.10.2004 tarih ve 2004/8328 sayılı kararları ile Turizm Merkezi olarak ilan edilmiştir. 40 lt/sn. debiye sahiptir. 60 derece sıcaklıktadır. Kişi başına günlük su tüketimi 700 lt.olarak kabul edilen kaplıca, günde 12.000 kişiye hizmet verebilecek kapasitedir. Bunların % 75’i tesislerde konaklayacağı varsayımla, en az 300 nitelikli yatağa ihtiyaç duyulacaktır. Geri kalan, günübirlik kullanıma ayrılmıştır. Fiziko-kimyasal ile bakteriyolojik analizleri yapılmış, sağlık yönünden çok yararlı olduğu görülmüştür. Mide, bağırsak, karaciğer, özellikle kronik dejeneratif romatizmal hastalıklara iyi geldiği tespit edilmiştir.

Bakanlığımızca “ Termal Turizm Merkezi” olarak değerlendirilmesine yönelik talep edilen 1.298.542 m2.orman alanının Çevre ve Orman Bakanlığı’nın 22.06.2004 tarih ve 262 sayılı olurları Kültür ve Turizm Bakanlığı adına 49 yıl süre ile tahsis edilmesi uygun görülmüştür.

Hamamboğazı termal alanında çift yataklı 26 adet bungalov tipi ev, 1 adet yüzme havuzu , 3 adet kaplıca, 1 adet idare birimi, 1 restoran, 1 sağlık odası ve 2 katlı 1 adet yüzme havuzu bulunmaktadır.

Ormanlık alan 1.298.542 m2, ziraat şahısları, iskan yol, ve boş alan 988.652 m2. olup, tamamı 2.287.194 m2.dir.

Örencik kaplıcası

14 lt.sn. debiye sahiptir. 38 derece sıcaklıktadır. Kişi başına günlük su tüketimi 700 lt.olarak kabul edilirse, kaplıca, kaplıca günde 750 kişiye hizmet verebilecek kapasiteye sahiptir.

İl özel İdare Müdürlüğünce 52 vila tipi konaklama yerleri yaptırılmıştır. Ayrıca iki tane bay-bayan Türk hamamları bulunmaktadır.

Emirfakılı kaplıcası

İl bazında önemli bir kaplıca olup, özel kişi mülkiyetindedir. 1976’dan bu yana halka hizmet vermektedir. 6 lt/sn. debiye sahiptir. 36 derece sıcaklıktadır. 1985’de analizi yapılmıştır. Sağlık açısından yararlı bir kaplıca olduğu belirlenmiştir.

Aksaz kaplıcası

Kaplıca gerek kapasitesi, gerekse doğal çevresi ile olan kaynak bütünlüğünü göz önünde bulundurulduğunda il bazında önemli bir kaynaktır. 4 lt/sn. debiye sahiptir. 1994 yılında Ulubey Belediyesi ve dönemin turizm Bakanlığınca sondaj çalışmaları yapılmış, finansman yetersizliği ve suyun kaçması endişesiyle çalışmalara ara verilmiştir.Roma dönemine ait hamam kalıntıları ortaya çıkarılmıştır.

sınavlar ve stresleri

Çocuk ve Ergen Psikiyatri Uzmanı Dr. Başaran Sezer, yaklaşan OKS, ÖSS ve SBS öncesinde öğrencilerin sınav stresinin arttığını belirterek, öğrencilere stresle başa çıkabilmeleri için ip uçları verdi.

Sezer, yaptığı yazılı açıklamada, sınav stresinin, üstesinden gelinmemesi halinde depresyona ve "genelleşmiş anksiyete bozuklukları"na neden olabileceğini bildirdi.

Ergenlerde görülen sınav stresinin birçok nedeni olduğuna dikkati çeken Sezer, sınava hazırlanma sürecinde ve sınav sırasında yapılacakların yanı sıra ailenin sınavdan beklentilerinin de ergen üzerinde sınav stresinin oluşmasına neden olduğunu kaydetti.

Aile ve Öğretmenin İşbirliği Önemli
Sezer, aile ve öğretmenlerin iyi iletişim kurmaları ve işbirliği yapmalarının stresle başa çıkma süreçlerini kolaylaştırdığını ifade etti.



Sınav stresini yaşamamak için genel olarak alınabilecek tedbirler arasında uygun bir program hazırlayarak düzenli çalışmanın ilk sırada yer aldığını vurgulayan Sezer, şunları kaydetti:

"Zamanın düzenlenmesi kaygıyı azaltır. Gerçekçi çalışma hedefleri konularak öğrencinin kendi kapasitesi oranında saat ayarlamalarına gidilmelidir. Öte yandan çalışmaları sosyal faaliyetlere ara vermeden düzenli bir şekilde sürdürmek de çok önemli. Yoğun çalışma temposu zamanla bıkkınlık ve tükenmişliğe sebep olur. Başkalarının yorum ve telkinlerine kapılmak da sınav stresine kapı açar."

aşure


AŞURENİN YAPILIŞI

MALZEMELER

4 su bardagı aşurelik bugday
1 su bardagı nohut
1 su bardagı fasulye
1 su bardagı pirinç
1 su bardagı çekirdeksiz üzüm
1 su bardagı kuru kayısı
10 adet karanfil
4 su bardagı toz şeker
1/2 su bardagı fındık(cevizde olur ama önce kabuklarının soyulması lazım aşuremizi karartmasın diye)
1 çay kaşıgı tuz
1 yemek kaşıgı nişasta
3 adet portakal kabugu (kare kesilip acı suyu gidene kadar 3-4 defa kaynatılır)
süslemek için arzuya göre ceviz içi badem ,toz tarçın

YAPILIŞI

Kuru olan malzemeleri akşamdan güzelce ıslatalım
Hepsini ayrı ayrı düdüklü tencerde pişirelim pirinç ve kayısı üzümleri tencerde kaynatalım çok ezilmesinler diye ,ben pirinçide iyice özleşmiş seviyorum fazla pişiririm
Gelelim en zevkli aşamamıza
Bütün malzemeleri büyük bir tencere içine alıp hafif sulu kıvamda kısık ateşte kaynatıyoruz
Bir çay kaşıgı nişastamızı bir bardak soguk suda ezip tencereye katıyoruz bu arada şekeri ve portakal kabuklarını üzüm kayısı ve bir çay kaşıgı tuzumuzu ekliyoruz
Bir müddet daha kaynatıp aşuremizi servis tabaklarına alıyoruz
Servis tabagına aldıgınız aşureyi iri kıyılmış badem içi ,ceviz ve tarçınla süsleyip afiyetle yiyoruz

Huntron Scanners

Add Scanning Capabilites to Your Huntron Tracker Model 30 System

Adding a Huntron® Scanner to your Tracker Model 30 system lets you access components using standard DIP clips and cables, custom cables to PCB connectors or interface to a bed-of-nails.
You can compare one component with another in real-time (64 pins max.) or use your PC to automate testing and scan up to 128 pins.
Huntron Scanners can be used with a Huntron Access Prober to provide Common line connections while the Prober is probing a PCB. This method gives you up to 128 selectable Commons to use. For example, you can connect the Scanner to a connector on a PCB mounted in the Prober using a common ribbon style cable. While the Prober is probing, any one of the lines on the connected ribbon cable can be selected as the Common reference. This would provide you true point-to-point testing capabilities.
Note: The ProTrack Scanner will be replaced by the Scanner II and/or the Scanner 31S effective 1/1/2008. This applies to commercial sales only.


Scanner II and Scaner 31S users may want to consider these Optional Accessories to enhance their test capabilities.

Highlights:

* The Scanner II and Scanner 31S accessories add scanning capability to the Tracker Model 30
* All Scanners have a minimum 64 pin capability
* The Scanner II can scan up to 128 pins when the A and B channels are combined
* The Scanner 31S use standard IDC style connectors
* The Scanner II uses the common SCSI-2 (68 pin) style connectors
* Up to 8 Scanner IIs can be “daisy-chained” to increase the available number of test pins

Selecting Accessories for your Scanner II
The Scanner II accessories for interfacing to your printed circuit board come "ala carte". This means that you select the accessories you want included with your Scanner. Choose from SMT or through-hole style DIP clip and cable kits (Scanner Adapter required with Scanner II) or a mutli-pin breakout cable. Details on these accessories are provided on this page.

IET Power Electronics


IET Power Electronics, a new journal from the IET brings together five principal power electronics themes. The submission of high quality research that focuses on one or more of these themes is strongly encouraged;

*
Applications of power semiconductor technology for the control and conversion of electric power in: electric machine drives; all forms of transport; manufacturing; heating; lighting; building services and industrial scale power conditioning.
*
Circuits commonly used including: all types of converters; inverters; active filters; switched mode power and uninterruptible power supplies.
*
Devices used in power electronic applications including: power semiconductor devices; photovoltaic devices; passive components; wound components; batteries and fuses.
*
Techniques for controlling, analysing, modelling and/or simulation of power electronics circuits and complete power electronic systems.
*
Performance management of power electronic systems including: power factor correction and harmonic spectrum management; thermal management; EMC and noise mitigation; fusing and protection.

KURDELE NAKIŞI MODELLERİ VE YAPIMI
















4 Ocak 2009 Pazar

SPECİAL APARTMENS


CHOICE
At specialapartments.com we offer a selection of Parisian rental apartments from studios to 2/3 bedroom apartments, with accommodation for up to six people. All of our short-term Parisian rental apartments are centrally located in the best areas of Paris.

COMFORT
We regularly, visit, re-equip and look after all of our centrally located Parisian apartments that we rent out, to make sure that each apartment is to the standard that you would expect of a well-kept home. Each of our rental apartments has been decorated in a different style to correspond to all tastes, from romantic to design, from budget to luxury. We hope you will be seduced.

PRICE
The prices for our Paris rental apartments are all-inclusive, no hidden charges or taxes, normal cleaning charges or minimum stays! The price is the price, with no hidden surprises. We'll even offer a reduction if you rent one of our Paris flats for more than four nights! Of course, if you wish to be a little more pampered, we do offer some extra services for your stay in Paris, that you may like to consider; check them out in our extra service page.

SERVICE
Because being in a foreign country can sometimes be a little daunting when you don't know the language and local customs, we propose a whole range of services to make your stay in Paris a breeze! We can organize minibus, taxi or chauffeur transfers from the airport or train station to your rental apartment in central Paris, basic groceries delivered before your arrival, reservations for tours, restaurants and shows. If you would like a cleaning person during your stay in your paris apartment, rent a cell-phone, a bicycle or a car, just feel free to ask our friendly English-speaking staff and they will make it a pleasure to help you the best they can.




The most visited city in the world, the city of lights..... Paris. Wherever you go, you will be amazed by the beauty of this city; created and immortalized by Kings, emperors, architects, painters, writers and poets. Paris is a living museum, the capital of style, the superlatives go on and on.....


Special apartments is a French company, based in Paris, specialised in the short term rental of furnished Parisian apartments, flats and homes. We have been managing furnished luxury and budget apartments in Paris since January 2005. Our team has over ten years of experience in the hotel, residence and furnished flat rentals business in central Paris. The director, Regis Maurin was the director of several hotels and residences in Central Paris before setting up Special apartments and his principal associate, John Armstrong is an Anglo-American, who has lived and worked in Paris for over twenty years, and understands very well the needs of a foreigner in Paris.

1 Ocak 2009 Perşembe

Hadise Eurovision şarkısını tanıttı

Türkiye'nin Eurovision şarkısı ilk kez dün gece ekranlara geldi. Yarışmada türkiye'yi temsil edecek Hadise'nin şarkısı 2009'un ilk dakikalarında TRT'de gösterildi. Şarkının ismi "Crazy about you..."

Türkiye, yeni yıla Hadise ile "merhaba" dedi. Hadise, 2009 Eurovision şarkısını ilk kez yılbaşında seslendirdi.
Yılbaşı gecesi için yine iddialı bir program hazırlayan TRT, yeni yıl coşkusunu, 2009 Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye'yi temsil edecek olan Hadise ile yaşattı.

Özel gecede Hadise'nin coşkusuna, özel dans ekibi de renk kattı.

Ayla Dikmen'i canlı yayına istemişler



Televizyon yapımcılarının, 18 yıl önce vefat eden ama ‘Issız Adam’ filmiyle tekrar yıldızı parlayan Ayla Dikmen’i canlı yayına çıkarmak için yarıştıkları ortayla çıktı

1990’da ölen Ayla Dikmen’i canlı yayına çıkarma yarışı medyanın hali pür melalini gözler önüne seriyor.

1 milyon izleyici sayısına ulaşan ‘Issız Adam’ filmi, şarkıcı Ayla Dikmen’i tekrar gündeme getirdi. Filmin sonundaki ‘Anlamazdın’ isimli şarkı, son dönemde yeniden en fazla dinlenen eserlerden oldu. Dikmen’e olan bu alakayı keşfeden pek çok televizyoncu ise programlarında ünlü sanatçıyı konuk etmek için yarışa girdi. Şarkıcının vefat ettiğini bilmeyen televizyoncular, filmin yapımcısını telefon yağmuruna tuttu. Taleplere şaşıran yapımcı firma, “İyi de kardeşim, Ayla Dikmen 1990 yılında öldü” yanıtını verdi.

Ayla Dikmen’i canlı yayına çıkarmak isteyenlerden birinin de Okan Bayülgen olduğu ortaya çıktı. Aynı hatayı kendi ekibinin de yaptığını itiraf eden şovmen, bu trajikomik olaydan herkesin ders alması gerektiğini söyledi.

İPEK BÖCEGİ




Oruç NEFER


İpek böceğinin tarihi M.Ü. 2650 yıllarına kadar dayanır. Uzun yıllar Çin’de yetiştirilmiştir. Bir sır olarak saklanmasına rağmen ipek böceği yumurtaları ve dut tohumları gizli olarak kaçırılmış ve 560 yılında İstanbul’a getirilmiştir. Daha sonra bütün dünyaya yayılmıştır. Türkiye’nin de içinde bulunduğu 30 kadar ülkede ipek böceği yetiştirilmektedir. İpek lifleri sağlamlık, esneklik parlaklık ve güzelliği bakımından diğer bütün liflerden üstündür. İhtiyaç miktarı yetiştirilme miktarının yaklaşık iki katı kadardır. Türk ipek lifleri kalite bakımından Japonlardan sonra dünyada ikinci gelmektedir.

Böcek yumurtaları oval şekilde 1 mm. çapındadır l gr’da 1000- 2000 yumurta bulunur. Bunlar kışın 2-4 C de % 85 rutubet altında hususi dolaplarda saklanır. Nisan, Mayıs aylarında hususi odaları itina ile temizlenir. Yumurtalar hususi yayvan kutularda sıcaklığı yavaş yavaş arttırılır. Ve 19. günü kurt çıkar. (Şekil 1) Çıkan kurt 0,3 cm uzunluğunda ve 0,00056 gr. ağırlığındadır. Bunlar 20- 25 C de körpe dut yaprağı kıyılarak, beslenir. 30-35 günde kemâle erer ve kozayı örmeye başlarlar, o sırada uzunluğu 7-8 cm’ye ağırlığı da 4-5 gr‘a varır.

Biz şimdi böceği inceleyelim. İpek böceği silindir şeklinde olup 12 halkadan şekillenmiştir. Krizalit (böcek) baş, gövde ve karından meydana gelmiştir. (Şekil 2)

Baş kısmı ikisi yan biri alın olmak üzere 3 kafatası olan sivri bir parçadır. Alnın alt kısmında alt ve üst dudak bulunur. (Şekil 3) Üst dudağındaki çengeller yaprağı tutmaya yarar. Aynı dudakta bulunan duyma uzvuyla yaprağın kokusunu alır. Başın yan taraflarında altışardan 12 tane birleşik göz vardır, ancak bunlar görmezler.

Böceğin 12 halkasından üçü göğsü teşkil eder. 2. ve 3. halkalarda kelebek olunca çıkacak olan kanatlarının yeri vardır. Ayrıca her halkada da ikişer ayak bulunur. Bunlar yaprağı ağzına götürmesine yarar.

Böceğin karın kısmında ise sindirim sistemi (1., 2. ve 3. mideleri, tükrük bezleri, malpiki boruları) kan ve kalp dolaşımları, solunum, sinir sistemleri, ipek bezleri, ve yalancı ayakları bulunur.

Krizalite kare şeklinde kıyılmış dut yaprakları verilir, daha sonra yapraklarla birlikte kervetlere asılır. 1-havadar bir yerde bulunması icap eden beslenme odasında 4 uyku ve 5 yaş devresi geçirir.

UYKU HADİSESİ:
Krizalitin vücudunu örten kitin tabakası (derisi)esnektir. Ancak böcek dut yaprağını yedikçe derisinin esnekliğinden daha fazla genişler. Derisi böceğin büyümesine mani olur. İşte bu derinin vakit vakit değişip yerine yenisinin çıkması uykuyu teşkil eder. Uykuya giren böcek önce yeme işini bırakır, çıkardığı ipek ile yalancı ayaklarıyla yere tutunur, başını ve göğsünü yukarı kaldırır kımıldanmadan durur. (Şekil 4) Uykuya girdiğinin 610. saatlerinde böceğin tam alnında bir üçgen belirir. Bu üçgen uyku müddetince büyür, uykunun bitmesine yakın burası çatlar, buradaki eski deri geri çekilir ve böcek yarılan bu kısımdan eski deriyi bırakarak çıkar. 5 -6 saat sonra yeni deri meydana gelir. Böceklerin yeni ağız parçaları hemen sertleşmediğinden dut yaprakları ancak 6 saat sonra verilir.

Böcekler geçirdikleri böyle 4 uykudan sonra 5. yaşlarında iştahtan kesilirler, bedenlerinin rengi değişir. Başını yukarı kaldırarak birşey arıyormuş gibi sallar. Artık askıya çıkma zamanı gelmiştir. Uygun yeri bulduktan sonra söz bizim böceğimizindir. Alt dudağında bulunan ipek hortumundan hususi guddelerle meydana gelen sıvıyı akıtınca dışarıda sertleşir.

Başını 8 şeklinde sallayarak kozayı 3 günde örer. İpek elde edecek isek 6- 8 gün sonra kozalar toplanır, eğer damızlık koza ise 18-20 gün sonra böceğimiz kelebek halinde kozayı delerek çıkar. Kelebeklerin ömrü çok kısadır. Erkek kelebek dişiyi döller ve hemen ölür. Dişi kelebek 3-4 saat sonra yumurtlamaya başlar. Yumurtlama işi bitince o da ölür. İpek elde edilecek kozalar sıcak havayla veya buharla öldürülürler. Ancak faydalı bu hayvancağızın vazifesi bitmemiştir. Proteince zengin olduğu için yem endüstrisinde de kullanılır.

Acaba bu hayvan kendi iradesiyle mi bu işleri yapmaktadır. Eğer kendi iradesi ile olsa ve hiçbir şeyle gözü doymayan insanların kendi kozasında da gözü olduğunu bilse idi, tabii ki o kozayı kendine mezar etmektense hiç yapmayacaktı. Demek ki her şey Hakîm olan bir Zat tarafından yaptırılıyor.

BAŞARIYA GİDEN YOL

Başarıya Giden Yol:
Başarıya ulaşabilmek için kendinizi aşmayı , kendinizi değiştirmeyi ve tekdüzelikten kurtulmayı istemelisiniz. Bunun sonucunda elde edeceğiniz başarının, size ne gibi maddi ve manevi katkılar yapabileceğini yazarak görmeniz gerekebilir. Bu hem o hedefe yönelik isteğinizi, hem de performansınızı olumlu yönde etkileyecektir.Bazı işleri yaparken, özellikle de normal günlük hayatın dışında bir aktivite gerçekleştirmemiz gerekiyorsa, bir miktar kaygı ve gerilim hissedebiliriz. Bir eyleme motivasyon için çok fazla olmamak kaydı ile kaygı gerekli bir durumdur.Karşılaştığımız bazı vücutsal ve duygusal sorunlar, belirtiler bir buzdağının suyun yüzünde kalan, gözle görülebilir belirtileridir. Oysa ki, o küçük gibi görünen sorun günlük yaklaşımlarla ne kadar giderilmeye çalışılırsa çalışılsın, derindeki asıl büyük sorunlar kitlesi etkisini hissettirmeye devam edecektir. Bu nedenle bugün yaşadığınız sorunların kökleri geçmişte yaşayıp ,unutmaya çalıştığınız, yüzleşmeyip üzerini örttüğünüz olaylarla ilgilidir. O yüzden eğer tek başınıza sizi derinden etkileyen bu sorunlarla yüzleşemiyorsanız, psikiyatrik yardım almalısınız. Bunlarla yüzleşmek ve çözüme yönelmek cesaret ister. Ancak düşünülmesi gereken şey bu sorunla yaşamak sizde ne kadar kapasite kaybına yol açmaktadır. Şu anki durumunuz sizi ne ölçüde mutlu ediyor.Altta yatan sorunları çözerek kendinizi değiştirmeye zorlarsanız kapasitenizin daha fazlasını kullanarak neler elde edebilirsiniz.Küçük sorunlar sizi yıldırmamalıdır. Bir tanrı olmadığınıza göre, sizin de yanlış yapmaya hakkınız var. Hedefleriniz ve planlarınız da zaman zaman duruma göre değişiklikler yaparak, esnek hareket etmeye gayret etmelisiniz. Bazen çevreden farklı tepkiler aldığınızda ve en ufak aksaklıkta , eğer bakış açınızı değiştirmezseniz moral bozukluğusıkıntı ve ümitsizlik içine girebilirsiniz. Hedefleriniz ne kadar gerçekçidir, ne kadar size uygundur bunu da düşünmelisiniz. Hiç üzülmeden, bir şeylerden fedakarlık etmeden ve yorulmadan hedeflerinize ulaşmak gerçek ötesi bir beklentidir. Gerek akademik ,gerekse mesleki, sosyal başarı zaman içinde kazanılır. Psikiyatrik tedaviler de böyledir. Tedavi süreci ilerleyince. tedavide ne kadar yol alabildiğinizi görebilirsiniz. Bunların hepsi maraton koşmak gibidir. Hayatın her aşaması ve anını yüz metre koşusu temposu ile koşamazsınız. Hayatın tüm bu alanları belirli bir tempo ile koşulur. Koşarken ne kadar koştuğunuzu anlayamazsınız, maratonda rakibiniz kendinizdir. Önemli olan başkalarını geçmek değil, kendinizin en iyi derecesini yaparak, maratonu tamamlayabilmektir.Temponuzda ve konsantrasyonunuzda azalmaların olması , vücudunuzun artık yorulduğu ve bakım gerektirdiği şeklinde bir ikazıdır size. Bu sese direnerek, vücudunuzu zorlarsanız, sizi ummadık bir yerde yolda bırakabilir.Adımlarınızı uygun hızda atmalısınız. Normalde 10-15 adımda ulaşabileceğiniz bir hedefe sıçrayarak 3 harekette ulaşabilirsiniz, ancak bu hareket tarzına alışık değilseniz risklidir ve sakatlanma olasılığı vardır. Burada olduğu gibi bir çırpıda yeni bir başarıya ulaşmak her zaman mümkün olmaz, hedeflerinizi yavaş yavaş büyüterek gerçekleştirmeye çalışın. Bu şekilde bir anda hedefinize ulaşamadığınızda da yıkılmamış olursunuz.Umutsuzluğa ve sıkıntıya düştüğünüzde daha önceleri karşılaştığınız ve içine düştüğünüz daha zor durumları düşünün. Sürekli olarak “ şu anki yaşadıklarınızdan çok daha zor olayları aştığınızı, artık o günlere göre daha kuvvetli, tecrübeli ve daha uygun koşullar içinde olduğunuzu, bu günleri aşmanın sizin için o günlere göre çok daha kolay ” olduğunu düşünün.Kendinizi bıkkın hissettiğinizde amaçlarınızı daha çok aklınıza getirmeye ve o konuda çalışın