14 Ocak 2009 Çarşamba

SOĞUK ALGINLIĞI VE GRİP HAKKINDA BİLGİLER VE TEDBİRLER

1. Nedir?...
Soğuk Algınlığı; çeşitli virüslerin yol açtığı, üst solunum yollarında bazı belirtilere yol açan ‘hafif’ seyirli bir hastalıktır.

2. En çok kimlerde görülür?
Dünyada yetişkinlerde ve çocuklarda en sık görülen hastalıktır.

3. Tedavide antibiyotik kullanılır mı?
Soğuk algınlığı tedavisinde antibiyotiklerin yeri olmamasına rağmen bu konuda sıklıkla yanlış yapılır.

4. Yaygın bir infeksiyon olarak nitelendirilebilir mi?
Soğuk algınlığı o kadar yaygın bir infeksiyondur ki, çok az insan bir yılı yakınmasız geçirebilir. Gelişen ulaşım olanakları sayesinde etken virüsler dünyanın her yerinde ve ikliminde infeksiyonun ortaya çıkmasına yol açabilir.

5. Neden havaların soğuması mıdır?
Soğuğun direkt olarak hastalığa yol açtığı söylenemez. Soğuk algınlığı genellikle okulların açılması ile eş zamanlı olarak sonbahar mevsiminde görülmeye başlar.

6. Hangi mevsimde daha sık görülür?
Soğuk algınlığı en sık kış mevsiminde görülür. Bunun başlıca nedenleri arasında kötü havalandırılan ortamlarda daha çok zaman geçirilmesi, güneş ışınlarının daha az oluşu, daha çok toplu halde yaşanması, bu mevsimde stresin daha fazla olması ve burundaki koruyucu mukozanın soğuması ile virüslerin hızla çoğalması sayılabilir.

7. Yakalanma riskini arttıran faktörler nelerdir?
Riski arttıran bazı özel faktörler söz konusudur: Uzun mesafeli uçak yolculukları; 200 - 400 kişinin aynı hava kaynağı ile birbirlerine infeksiyon bulaştırmalarını kolaylaştırır. Yabancı bölgelere yapılan seyahatler de o bölgedeki virüslerin alınmasına sebep olabilir. Klimalar da önemli risk faktörleri arasındadır; havadaki nemi aldıkları için burundaki koruyucu mukoza ortamını kuruturlar ve infeksiyona yatkın hale getirirler.

8. Stres bir risk faktörü müdür?
Stres, tek başına immün (bağışıklık) sistemini baskılayarak infeksiyon etkenlerinin üremesini kolaylaştıran bir diğer önemli risk faktörüdür.

9. Soğuk algınlığı virüsleri nasıl bulaşır?
Etken virüslerin bulaşması; hastaların mikrop içeren burun veya ağız salgılarıyla bulaşmış elleri ve eşyalarıyla olabileceği gibi, havadaki küçük veya büyük parçacıklar içindeki virüslerin solunması ile de olabilir.

10. Ölümcül olabilir mi?
Bebekler, çok yaşlılar ve bağışıklık sistemi problemli olan kişilerde hastalık çok ciddi, hatta ölümcül olabilir.


KLİNİK BELİRTİ VE BULGULAR NELERDİR?
Hastalığın bünyeye yerleşme süresi 24 - 72 saat arasında değişir. İlk belirti kuru kaşıntılı boğaz ağrısıdır. Ateş normaldir veya hafif yükselebilir. Bebek ve küçük çocuklarda ateş daha yüksektir. En sık görülen belirtiler, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, hapşırma, boğazda yanma ve öksürüktür. Koku ve tat duygusunun azalması, kulaklarda basınç hissi ve ses kalitesindeki değişiklikler gibi durumlara da sıkça rastlanır. Belirtiler ortalama 7 gün sürer. Vakaların dörtte birinde bu süreç 2 haftaya kadar uzayabilir.

SOĞUK ALGINLIĞINDAN KORUNMA YÖNTEMLERİ
Kapalı ve kalabalık yerlerde hastalık hızla yayılır. Dolayısıyla açık havada ve havalandırması iyi olan yerlerde bulunmak infeksiyon riskini azaltır.
Virüsler, mikrobun bulaştığı yerlerde (kapı tokmağı, telefon gibi) canlı kalabildikleri için, bu yüzeylere temastan sonra virüsleri rahatlıkla burnumuza veya gözlerimize transfer edebiliriz. Bunu engellemek için ellerimizi sık sık sabunlu su ile yıkamalıyız.

SOĞUK ALGINLIĞINDA NASIL BİR TEDAVİ UYGULANIR?
Soğuk algınlığı tedavisinde antibiyotiklerin yeri yoktur. Tedavi belirtilere göre yapılmalıdır. Burun tıkanıklığını giderici spreyler veya burun damlaları, öksürük giderici ilaçlar, baş ağrısını azaltmak için ilaçlar kullanılabilir. Ayrıca istirahat edilmesi ve stresten uzak durulması da vücut direncinin yeniden kazanılmasına yardım eder.
Bu tedavilere ek olarak, ABD’de hastaların üçte biri, Avrupa’da % 40 - 70’i alternatif tedavi kullanmaktadır. Alternatif tedavi olarak sıklıkla esansiyel yağlardan oluşan mentol, içinde bir sülfür bileşiği olan ‘Ajoenc’in etkisinden yararlanmak için sarımsak, çinko ve yüksek dozlarda (günde 1 - 2 gram) C Vitamini alınarak antioksidan etkilerden yarar sağlayabilmektedir.

10 SORUDA GRİP

1. Nedir?
Grip; ateş, öksürük, baş ağrısı, halsizlik ve kas ağrıları ile seyreden akut bir virüs hastalığıdır.

2. Soğuk algınlığından ve diğer solunum sistemi hastalıklarından farkı var mıdır?
Kesinlikle farklıdır. Grip; ülkeler ve kıtalar arası yaygınlaşma özelliğine sahip olan bir hastalık olarak ciddi akciğer hastalıklarına yol açabilmesinden dolayı soğuk algınlığından ve diğer solunum sistemi hastalıklarından farklıdır.

3. Soğuk algınlığı ile benzer özellikleri var mıdır?
Grip ve soğuk algınlığı bulaşma şekilleri ve belirtiler yönünden benzerlik gösterirler. Ancak gripte baş ağrısı, kas ağrıları ve ateş daha ön plandadır.

4. Medikal tedavide ne tür ilaçlar kullanılır?
Grip tedavisinde bazı antiviral ilaçlar kullanılabilir.

5. Gripten korunma yöntemi nedir?
Günümüzde grip (influenza) aşıları gripten korunmanın en güvenli yoludur. Bu aşılar ülkemizde de başarı ile uygulanmaktadır.

6. Aşı ne zaman ve nasıl uygulanmalıdır?
İnfluenza aşıları Eylül - Aralık ayları arasında tek doz olarak üst kolun dış yüzeyine uygulanır.

7. Bebekler ve küçük çocuklar için de aşı uygulama şekli ve doz aynı mıdır?
Bebekler ve küçük çocuklarda uyluğun ön yüzünden kas içine yapılabilir. Daha önce aşılanmış 9 yaş altı çocuklara birer ay ara ile 2 doz önerilmektedir.

8. Gebelikte aşı yapılması doğru mudur?
Kesinlikle doğrudur. Gebeler de aşılanması gereken grup içinde yer almaktadır.

9. Grip olduğunda hastalık riskinin arttığı gruplara da aşı uygulanabilir mi?
Elbette. Astım, kronik akciğer veya kalp hastalığı, şeker hastalığı, böbrek yetmezliği, kan hastalığı gibi bir hastalığı olanlar bu gruba dahildir. Bu kişiler de kesinlikle aşılanmalıdır.

10. Grip aşısı olması gereken grup içinde başka kimler vardır?
Sağlık Personeli (doktor, hemşire ve diğer personel),
Huzurevi ve kronik bakım ünitelerinde çalışanlar,
Ev hemşireleri,
65 yaş ve üzerindekiler,
Dış ülkelere seyahat edecek olanlar,
Önemli etkinliklerin kesintiye uğramasını en aza indirmek için önemli toplum hizmeti verenler

NEDEN SİGARA İÇİYORUZ?(ben içmiyorum ::)))

Dünya Sağlık Örgütü, her gün en az bir kere bir tütün ürününü içenleri ‘düzenli içici’ her gün içmeyenleri ise ‘düzensiz içici’ olarak tanımlar.



2004 yılı verilerine göre çoğu gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere 1 milyar 300 milyon kişi sigara içmektedir. Erkeklerin %47’ si, kadınların ise %12’ si sigara tiryakisidir.

Türkiye’ de ise erkeklerin %63’ ü kadınların %24’ ü olmak üzere 28 milyon kişi sigara içmekte olup bu rakamlar genel dünya ortalamasının çok üzerindedir.

Kadınlar arasında sigara tiryakiliği özellikle geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde hızla artmaktadır. Bizde de durum farklı değildir. Bunun sonucunda da eskiden erkeklere özgü hastalıklar olarak bilinen akciğer kanseri, kronik bronşit, amfizem, KOAH… gibi hastalıklar kadınlarda da çok görülür olmuştur.

Türkiye’ de doktor ve hemşireler arasındaki sigara içme oranları da gelişmiş ülkelere göre çok daha fazladır. Özellikle doktorların sigara içmeleri hastaları olumsuz yönde etkiler, sigarayı bırakmalarını güçleştirir. Her ne halk arasında çok kabûl gören ‘Doktorun dediğini yap, yaptığını yapma’ diye bir söz varsa da, ‘Zararlı olsa doktorlar içer miydi?’ diye düşünenlere verecek mantıklı bir cevap da bulamıyorum maalesef.

Neden sigara içiyoruz?

Tiryakilerin büyük çoğunluğu sigaraya gençlik, hatta bazen çocukluk döneminde başlarlar. İlk sigarasını ileri yaşlarda içip de sigaraya bağımlı hâle gelenlerin sayısı çok daha azdır. Bunun için de sigara endüstrisi neredeyse tüm enerjisini gençleri sigaraya başlatmak için harcar.

Herkesin sigaraya başlamada kendine göre farklı sebepleri vardır. Bu, bazen büyüdüğünü ve artık özgür olduğunu çevresine gösterme arzusudur… Bazen özentidir… Bazen arkadaşlarının çoğu içtikleri için onların arasında yer edinmek veya dışlanmamak içindir… Bazen bu nasıl bir şeymiş ben de deneyeyim merakıdır… Bazen sigara içen ünlü kişilere benzeme veya kendini onlarla özdeşleştirme hevesidir… Bazen de sigara reklâmlarından etkilenme sonucudur.

Sigaraya başlamada anne, baba veya okulda öğretmenin sigara içiyor olması çok önemlidir. Çeşitli araştırmalarda sigara içen çocukların dörtte üçünün anne veya babasından en az birinin sigara içtiği, buna karşılık sigara kullanmayan ebeveynlerin çocuklarında sigara alışkanlığının çok seyrek olduğu belirlenmiştir. Lise çağındaki erkek öğrenciler için de erkek öğretmenlerin sigara içiyor olmasının çok belirleyici olduğu bilinmektedir.

Hastalarımdan biliyorum, Anadolu’ da babaları, amcaları veya dedeleri tarafından çok küçük yaşlarda sigaraya başlatılan erkek çocukların sayısı hiç de az değildir.

Sigara bağımlılığı nedir?

Belirli bir süre sigara içenler sigara bağımlısı olurlar. Genel olarak madde bağımlılığı Dünya Sağlık Örgütü tarafından ‘ Bir insanın psiko-aktif bir maddeye karşı daha önce değer verdiği diğer işlerden ve nesnelerden daha fazla öncelik tanıma davranışı’ olarak tanımlanmaktadır.

Bu tanıma göre ‘sigara bağımlısı’ olan birinin davranışları büyük ölçüde sigaranın etkisi altındadır, kendine ve çevresine zarar verdiğini bilerek sigara içmeyi sürdürür, içilen sigara miktarı giderek artar, sigarayı bıraktığında yoksunluk belirtileri ortaya çıkar.

Sigaranın sinir sistemi üzerine olan uyarıcı, rahatlatıcı, keyif verici… etkileri de sigara bağımlılığının gelişmesinde önemli rol oynar.

Sigara bağımlılığının türleri var mıdır?

Fiziksel ve psikolojik olmak üzere iki türlü sigara bağımlılığı vardır.Sigara içinde bulunan binlerce kimyasal içinde fiziksel bağımlılığa yol açan madde nikotin’dir. Nikotin, merkezi sinir sistemi uyarıcısıdır ve bir ilaç olarak sınıflandırılır. Nikotin tıpkı alkol, eroin ve kokain gibi hatta bazı bilim adamlarına göre onlardan bile daha fazla bağımlılık yaratan bir maddedir.

Bir sigarada yaklaşık 0.8 gr tütün ve 10-20 miligram nikotin bulunur. Sigara içilirken nikotin saniyeler içinde beyne ulaşır ve burada dopamin adı verilen bir kimyasalın artmasına sebep olur. Dopamin, bizi rahatlatan ve haz veren bilgi akışını beyin hücreleri arasında sağlayan kimyasaldır. Her sigara içildiğinde nikotin beynimizde aynı yolu tetiklediği için haz hissedilir ve diğer tüm madde bağımlılıklarında olduğu gibi her seferinde aynı hazzı hissedebilmek için daha çok sigara içmemiz gerekir ve böylece sigara bağımlısı oluruz.

Amerika’ da en sık konulan psikiyatrik tanının nikotin bağımlılığı olduğunu hatırlatmak isterim.

Psikolojik bağımlılık nedir?

Bazı kişiler sigaraya psikolojik olarak bağımlıdırlar. Bu bir tür öğrenilmiş hatalı davranıştır. Sigaraya psikolojik olarak bağımlı olanlar özellikle bir takım uğraşları veya davranışları sırasında sigara içerler. Meselâ, bazıları sinirlendiklerinde… bazıları sabah kahvaltısından sonra kahve içerken.. bazıları televizyon seyrederken… bazıları kitap okurken, yazı yazarken veya çalışırken… bazıları içki masasında… bazıları kağıt veya tavla oynarken… bazıları araba kullanırken… bazıları telefonla konuşurken… bazıları yazı yazarken veya düşünürken… bir sigara yakmayı alışkanlık hâline getirmişlerdir.

Buna bir de sigaradan çekilen her nefeste kuvvetlenen el ve ağız alışkanlığı’ nı da eklemek gerekir. Meselâ, günde bir paket sigara içen ve her sigaradan en az 10 kere nefes çeken biri, günde 200 kere yılda 70 bin kere aynı hareketleri tekrarlıyor demektir.

MEVSİMİNE GÖRE SAĞLIK



Hayatımızı takvimlere göre düzenliyoruz. Tatillerin ne zaman başlayıp, ne zaman sona ereceği, önemli günler, kısacası günlük hayatımızla ilgili her şeyi takvimlerde bulabiliyoruz. Ancak bir de sağlık takvimine ihtiyacımız var. İşte size, yılın 12 ayında sağlığınızı korumak için neler yapmanız gerektiğini anlatan bir başucu takvimi!

OCAK

Yılın ilk ayı. Başka bir deyişle yeni başlangıçlar yapmanın, önemli kararları uygulamaya başlamanın tam zamanı. Hadi, siz de kesin kararınızı verin ve sigara içmekten vazgeçin. Son zamanlarda tüm dünyada sigaraya karşı etkili bir kampanyanın sürdürüldüğünü biliyoruz. Gelin bu kampanyaya kulaklarınızı tıkamayın.

Ocak ayı, sigarayı bırakmak için yılın en uygun, en anlamlı dönemi. Yapılan araştırmalar, ocak ayında sigaradan vazgeçmeye karar verenlerin bu girişimlerinde çok başarılı olduklarını gösterdi. İster ocak ayının kerameti deyin, ister yeni bir başlangıç yapmanın kararlılığı deyin, ama ortada bir gerçek var: Ocak ayında sigaraya veda edenler, bir daha ellerine sigara almıyorlar.

Bu arada sigara dumanıyla gözgözü görmez hale gelmiş kapalı salonlardan, barlardan da uzak durun. Tabii bu ay, soğukalgınlıklarına karşı da tedbirli olmanız gerekiyor. C vitamini takviyesini sakın unutmayın. Her sabah bir bardak portakal suyu içmeyi alışkanlık haline getirin. Ocak ayının sağlık takviminde, sağlığınızı korumaya daha fazla özen göstermeniz vurgulanıyor.

ŞUBAT

‘Cüce Şubat’ın ne gibi sürprizler yapacağı belli olmaz. Ülkemizde genellikle soğuklar, şubat ayında şiddetlenir. Biraz da ilkbahara duyulan özlemin verdiği sabırsızlıkla, şubatı biran önce atlatmak isteriz.

Mutlaka farketmişsinizdir, kış aylarında daha çok acıkırız ve karnımızı doyurmamız daha zor olur. Vücut, daha fazla enerjiye ihtiyaç duyduğu için, bu dönemde sindirimi zor olsa da tok tutan yiyeceklere ağırlık verilir. Özellikle karbohidrat içeren besinler sofraları süsler.

Şubatta, şu karbohidratlı besinler meselesini ele alın. Ağır karbohidratlı yiyeceklerden vazgeçin. Tahıl ürünleri, kuru fasulye, mercimek, börülce, nohut gibi yiyecekler, sebve ve meyve ağırlıklı bir beslenme programını uygulayın. Şubat ayında, beslenme alışkanlıklarınızdaki hataları düzeltmeye çalışın. Zararlı karbohidratlardan uzak durmanız, kışı daha sağlıklı atlatmanızı sağlayacak.

MART

Karanlık ve kasvetli kış günlerinden sonra Mart ayında güneşi görmeye başlayacaksınız. ‘Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır’ derler ve Mart güneşine aldanmanın yanlış olduğunu iddia ederler. Mart ayında soğuklar devam etse de, hem günler uzayacak, hem de güneş sık sık gökyüzünden size kendini gösterecek. Bu günleri iyi değerlendirin.

Fırsat buldukça açık havada yürüyüşler yapın. Bahara dinç ve güçlü girmek için mart ayında vücut egzersizlerine ağırlık verin. Kış aylarında istemeden de olsa, belki kilo aldınız. Fazla kilolardan kurtulmak için yılın en uygun dönemindesiniz. Bu ay, bahar yorgunluğuna karşı da hazırlıklı olmalısınız.

NİSAN

Nisan ayı, genellikle yağışlı geçer ama yağmur bulutlarının arasından güneş yüzünü gösterince de yüreğinizi yaşama sevinci sarar. Karamsarlıktan kurtulmanın tam zamanı.

Bu arada bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyoruz. Mart ayında fazla kilolardan kurtulmayı başarmış olabilirsiniz. Ancak şimdi vücudunuzu dikkatle inceleyin ve bel bölgesinde bir fazlalık olup olmadığını araştırın.

İnce vücutlu olsanız bile belde kalınlaşma, hafif bir göbek vücudunuzda zararlı yağların biriktiğine işarettir. Zararlı yağların bel bölgesinde toplandığı belirtiliyor.

Kanser ve kalp hastalıklarına yakalanma tehlikesinin bir habercisi de bu yağ birikimi. Nisan ayında özellikle bel ve karın jimnastiği yapmanız, beslenme düzeninizi yeniden gözden geçirmeniz gerekiyor.

MAYIS

Cinsel hayatınıza çeki düzen vermek için Mayıs ayını tercih edin. Baharın bu en güzel ayında, yeni aşklara kendinizi hazır hissedebilirsiniz. Cinsel dürtülerin hızlandığı bu dönemde, cinsel hastalıkların da arttığını unutmayın.

Bu ay, kendinizi yenilemek için elinize geçen fırsatları değerlendirin. Bu ayın en önemli sorunları, sindirim sisteminde ortaya çıkabilir.

Gerekirse bir doktora görünüp sindirim sisteminizi rahatlatacak önlemler alabilirsiniz. Eğer geçmişti sindirim sisteminizde sorunlar yaşadınızsa, mayıs ayında bu sorunların tekrar ortaya çıkması ihtimali fazladır. Bu nedenle, daha önce uyguladığınız perhize baş vurmanızda fayda var. Bu ay, sindirim sisteminizi korumaya özellikle çok önem vermelisiniz.

HAZİRAN

Hiç oyalanmadan, vakit kaybetmeden bir sağlık kontrolünden geçin. Tatile çıkmadan önce, bir check-up yaptırmanız gerekiyor. Sağlığına önem veren herkesin, hiç değilse bir doktora görünüp genel bir muayeneden geçmesi gerekiyor.

Tatilinizin zehir olmaması ve de kendinizi göz göre göre hasta etmemeniz için biraz fedakarlık yapmayı göze almak zorundasınız.

Özellikle orta yaşlı kadın ve erkeklerin, yazın nimetlerinden yararlanmaya başlamadoan önce mutlaka doktor kontrolünden geçmeleri gerekiyor. Hemen yüzünüzü buruşturup, kaşlarınızı çatmayın. Sıradan bir check-up için fazla zaman harcamanıza gerek yok. Kan ve idrar tahlili, bir kaç araştırma ile bu mesele halledilir.

TEMMUZ

Tatil döneminin bu en güzel ayında yapmanız gereken ilk iş, cildinizin durumunu kontrol ettirmek olmalı. Deri kanserlerinin özellikle temmuz ayında ortaya çıkması bir rastlantı değil. Yaz sıcaklarının çekiciliğine kapılıp, güneş banyolarını artırınca, bilmeden kendinizi tehlikeye atabilirsiniz. Derinizdeki benler önceleri iyi huylu olabilir, ama birdenbire güneşle temas edince özellikleri değişebilir. Bu ay, lütfen cildinizin bakımına, sağlığına özen gösterin. Aşırı sıcaklarda, kan basıncınızı ölçtürmeyi de ihmal etmeyin. Vücudunuzun susuz kalması ihtimaline karşı önlem alın.

AĞUSTOS

Ağustos sıcaklarında kent içinde kalmak, kalp hastalıkları açısından tehlike yaratabilir. Yaz ortasında, öncelikle ruhsal sağlığınızı korumak için önlemler almalısınız. Yılın bu en sıcak ayında, stresten uzak kalmaya çalışmalısınız. Yaşadığınız çevreden uzakta geçireceğiniz bir kaç gün, sizi rahatlatır. Depresyon, panik atak gibi sorunlar, ağustos ayında ortaya çıkabiliyor. Önceleri ruhsal sorunlar yaşamış olanların da, bu ay çok dikkatli davranmaları öneriliyor.

EYLÜL

Sürekli aynı tempo içinde yaşamanın zararlı etkileri, vücudunuzda da kendini göstermeye başlar. Sonbaharın bu ilk ayında, tıpkı ilkbaharın başlangıcında olduğu gibi açık hava sporlarına ağırlık vermelisiniz. Ama bu ay, daha önce denemediğiniz sporları denemenizde yarar var. Vücudunuzun kasları sürekli aynı hareketleri yapmaktan yorulur. Bu nedenle eylül ayında farklı egzersizler yapmayı deneyin. Joging yapıyorsanız, yürüyüşü deneyin. Tenis oynuyorsanız, bu kez de voleybolu tercih edin. Değişik sporlarla vücudunuzun dinginliğini koruyacaksınız.

EKİM

Ekim ayı, sağlık açısından sonbaharın en tehlikeli dönemidir. Hava serinlemeye hatta soğumaya başladığı için grip, soğuk algınlıkları, bronşit, boğaz ağrıları ve enfeksiyon hastalıkları sırada bekler. Bu hastalıklara yakalanmamak için öncelikle bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi gerekiyor. C vitamini içeren meyve ve sebzeler sofranızdan hiç eksik olmamalı. Bağışıklık sistemini güçlendirici besinlerle kendinizi koruyabilirsiniz. Yeşil ve siyah çayın bağışıklık faydalı olduğunu unutmayın.

KASIM

Sağlığınızla ilgili planlar yapmanın tam zamanı. Sağlık sigortanızı yenileyeceksiniz. Bu arada genel bir sağlık kontrolundan geçmeyi ihmal etmeyin. Hava koşullarındaki değişiklikler, özellikle kalp ve akciğer hastalıklarına davetiye çıkarır. Kışa girmeden önce, sağlık durumunuzun incelenmesi, kış aylarında büyük sorunlarla karşılaşmanızı önleyebilir. Bu arada depresyon riskini de gözardı etmeyin. Vücudunuz değişen hava koşullarına uyum sağlayıncaya kadar, bazı sorunlarla karşılaşmanız kaçınılmaz.

ARALIK

Her şeyden önce strese karşı önlem almalısınız. Kış mevsiminin başında kendinizi aşırı derecede yorgun hissedebilirsiniz. Bu ay, bünyenizi kuvvetlendirmek için vitamin takviyesine ağırlık vermelisiniz. Kış koşullarının pek çok kişinin ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediği biliniyor. Güneşin yüzünü çok seyrek göstermesi, özellikle kadınlarda karamsarlığa neden olur. Bu yüzden soğuk kış günlerinde, güneşi görür görmez kısa süre de olsa açık havada dolaşmalısınız. Sinir sisteminizi kontrolden geçirtmeyi de unutmayın. Kış başında ruh ve beden sağlığınızda önemli değişiklikler yaşayabilirsiniz. Bu nedenle bir sorununuz olunca, zaman kaybetmeden doktorunuza başvurun.

GENÇ KALMANIN PÜF NOKTALARI



Sağlıklı ve uzun yaşamın sırlarını veren Prof. Dr. Osman Müftüoğlu’na göre, stresi hayatından kovan, dengeli beslenip spor yapan herkes uzun ömürlü olabilir. 120 yıl yaşamak hayal değil!

“Mutlu bir hayat daha uzundur…”

Ne mucize besinler, ne sporla geçirilen bir hayat, ne de sihirli formüller… Uzun ve sağlıklı bir yaşamın sırlarını öğrenmek için başvurduğumuz Prof. Dr. Osman Müftüoğlu’nun üzerinde en çok durduğu ve ısrarla vurguladığı kavramlar, sağlığa eşlik eden mutluluk, huzur ve dinginlik oldu…

Belki temel bu ama daha pek çok şey var… Bu yazıda daha uzun ve sağlıklı yaşamın püf noktaları ve çeşitli reçeteleri verilirken, genç kalmayı kolaylaştıran küçük formüller de sıralanacak. Prof. Dr. Müftüoğlu, ‘yaşama sanatı’ndan ‘yaşlanma sanatı’na uzayan bakış açısıyla, nasıl yaşlanmamız gerektiğini anlatacak…

‘Biz yaşamı uzatmıyoruz, zaten yaşam uzuyor’ diyorsunuz. İnsan ömrü neden uzuyor ve biz ne kadarına müdahale edebiliyoruz?

Bilim ve teknolojik gelişmeler insan ömrüne ömür katıyor. Sadece antibiyotiklerin keşfi, ortalama insan ömründe 10-15 yıllık uzama yaptı.

Aşılanmanın getirdiği koruyucu güç, bizim daha az hastalanmamızı sağladı.

Son bir araştırmada statin grubu kolesterol ilaçlarının ortalama insan ömrüne ilavesinin 12 yıl civarında olduğu hesaplandı. Karaciğere verdiği zarar çözülürse statinler 10 yıl sonrasının Aspirin’leri olacak. Genetik bilimindeki gelişmelerle genetik mirasımızdan dolayı başımıza gelen sağlık olaylarının çoğunun ertelenmesini sağlayacağız. İnsanlar, muhtemelen hak ettiği ömrü zaten yaşayacak.

Eğitim bir avantaj

Nedir hak ettiğimiz ömür?

Bence 120′nin üzerinde. Kayıt altında bilinen en uzun yaşayan kişinin yaşı, 117. Eğer 117 yıl gerçekleşiyorsa insan ömrü bunu zorlayabilir. Bana göre 120 yıl yaşamak efsane değil. Son 100 yılda yaşam süremiz ortalama 30 - 40 yıl uzadı.

Uzun yaşamın kaynağı dediğimizde en önemli belirleyiciler neler?

Daha çok sağlık bilinci içinde olmayı, daha iyi, daha sağlam duruşu sağlamayı becerebildiğimiz için hak ettiğimiz süreyi yaşayacağız. Entelektüel düzey iyiyse, bu daha iyi gerçekleşecek. Çünkü araştırmalara göre uzun ömrün en önemli anahtarlarından biri eğitim.

Yaşlanmayla eğitimin ilişkisi ne?

Eğitimli kişi sağlık ve dünya konusunda daha bilinçli. Araştırmalar eğitilmiş insanların belleklerinin daha sağlam olduğunu ve yaşam süresinin uzadığını gösteriyor. Eğitimli insan aşısını yaptırıyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor, hastalık belirtilerinde doktora daha erken başvuruyor. Hastaların yüzde 80′i çok hastalanmadığı sürece doktora gitmiyor.

Bugünkü Türkiye’de eğitim düzeyimize bakarsanız, potansiyel yaşlanma sürecimiz nasıl?

8 yıllık eğitimin sadece eğitimle ilgili değil, sağlıkla ilgili sorunlarda da ciddi çözüm üreteceğini umut ediyorum. Eğitim düzeyimize, üniversitelileşme oranlarımıza bakarsanız hâlâ yüzde 35-40′lardayız. Türkiye’de ortalama yaşam süresi kadınlarda 72, erkeklerde 68-69′a dayandı. ABD’de 78-82 yaş civarında. İleride ortalama yaşam süresini hızla uzatan ülkelerden biri haline geleceğiz.

‘Ölçü kaçmamalı’

‘Sağlıklı yaşlanma’dan ne anlamalıyız?

Ömrü akıllıca yaşamak. Hiçbir şeyin ölçüsünü kaçırmamak lazım. Formda kalmak, kaliteli bir hayat yaşamak, mutlu olmakla birleştirdiğiniz zaman sağlığın faydası var.

Nereden, nasıl başlamak lazım? Bunun için belli bir yaş var mı?

2 sınır çiziyorum. 30-35′li yaşlar artık dönüp kendinize bende neler oluyor diye sormaya başlamanız gereken yaşlardır. Diğeri 55 yaş ve üstü.

Yolun yarısı da 35 değil artık…

Tabii ki. 35 çok gerilerde kaldı. Ama orada Cahit Sıtkı’nın anlatmak istediği hayatın sadece organik yarılanması değil, ruhsal yarılanması. 35′ten sonra yaşamınız uzuyor ama ruhsal kalıbınız orta yaşa geliyor. 50 yaş ve civarını orta yaşlara giriş gibi düşünmek lazım. Bugünkü klasifikasyonda birkaç şeyi gündeme getirmek lazım. Artık bütün dünyada her şey yaşlılar ve orta yaşlı insanlara göre konumlandırılıyor. Çünkü tüm dünyada doğurganlık azalıyor, yaşam süresi uzadığından en fazla yaşlı nüfus artıyor.

55′te doktor şart

Peki bir doktora başvurmak için hangi yaşı beklemek lazım?

Doktora başvurmanın mutlaka gerektiği yaş, 55 ve üstü yaştır. Bu yaş grubu çok daha önemli. Çünkü o dönemde kadında da, erkekte de birdenbire hızlanan hormonal, metabolik değişimler yaşanır.

Kadında yıkım daha fazla olmasına karşın daha uzun yaşamaları bir paradoks değil mi?

Evet ama bence kadınların uzun ömürlü olmalarında bu çok olumlu bir katkı. Bütün dünyada kadınların ömrü daha uzun. Hiçbir ülke yok ki, erkekler kadınlardan daha uzun yaşasın. Erkeklerin sağlıkları konusunda daha fazla duyarlı olmaya ihtiyaçları var. Sağlıklarını daha iyi izlemeleri bazen erkekler tarafından alay konusu edilse bile, çoğu zaman kadınların daha uzun yaşamalarının sebebidir.

Orta yaşlarda hayata bakış nasıl olmalı?

İlkönce sağlığa, mutluluğa, dinginliğe odaklanmak lazım. Sağlıklı olma kararı, beraberinde başka türlü bir hayat yapılanmasını da gerektiriyor. Biraz egzersiz, biraz beslenme odaklı, uykuya, stres yönetimine dikkat eden, kendini başarıya daha fazla adayan, bunlar için gerekli olan ekonomik gücü elde etmeye çalışma gayreti içinde olan, ki ekonomisi daha iyi olanlar daha az hastalanıyor.

Örneğin ben sağlığımdan başlamalıyım, sigara içiyorum, onu bırakmalıyım. Egzersiz yapmıyorum, yapmalıyım. Duygusal hayatıma çok iyi dikkat etmeliyim. Ailevi ilişkilerim çok iyi değil, eşimle, çocuklarımla yeterince ilgileniyor muyum?

Bunları zaman zaman gözden geçirmek lazım. Hayatı dikkatli bir şekilde dağıtmak lazım. Sağlıklı olma kararı bir meydan okumadır.

Haftada en az 2 öğün balık yiyin

Likopen içeren domatesi, karpuzu, proantosiyanidin içeren üzümü, pekmezi, kırmızı şarabı, beta karoten bakımından zengin portakal, kayısı, şeftali ve havucu, yoğun lif içeren tüm meyve ve sebzeleri bol bol tüketin.

Günde birkaç tane ceviz ya da fındığı, salataya ekleyeceğiniz yarım fincan ketentohumunu beslenme alışkanlıklarınıza yerleştirin.

Süt ürünlerinde yağsız ya da az yağlı olanlara yönelin.

Haftada 2 kez ortalama 100-150 gram düzenli olarak balık tüketin.

Yeşil yapraklı sebze ve meyvelere daha çok ağırlık verin.

Kafeinden olabildiğince uzak durup tuzu azaltın.
Daha bol potasyum, magnezyum, kalsiyum almaya çalışın. Lahana, brokoli, ıspanak, soya fasulyesi, güvenilir bitkisel kalsiyum kaynaklarıdır.

Orta yaşlarda güçlü antioksidan etkileri sebebiyle flavinoitlerin de bol bol tüketilmesi yararlıdır. Çaydan, koyu yeşil, sarı ve kırmızı renkli sebze ve meyvelerden yeterince sağlanabilir. Soya, elma ve brokoli önemli flavinoit kaynaklarıdır. Lahana, kereviz, bezelye ve şalgamda da bol bulunur.

Kadınlar erkeklerden fazla yaşıyor çünkü…

Kadınlar sağlıklarına daha düşkün.

Stresleri erkeklere göre daha az.

İş kazalarıyla karşılaşma riskleri daha az.

Erkeklere göre ruhsal ve hormonal açıdan daha monogam olmaya eğilimli. Bu nedenle cinsel yolla bulaşan hastalıklara daha az yakalanıyorlar.

Hormonal hiperaktif olmaları yani çok fazla değişken hormonal yaşamları, daha dirençli olmalarını sağlıyor.

Kadınlar daha sevecen, hayata daha bağlı, daha çok huzur içinde olmaya çabalıyor. Erkekler birbirlerine çok açık ve samimi değiller.
Kadınlar daha az sigara, alkol tüketiyor.

İşte erken yaşlanmanın nedenleri

Beslenme eksiklikleri.
Hipertansiyon, şeker hastalığı, damar sertliği gibi uzun süreli sağlık sorunları.
Genetik hastalıklar.
Kas ve eklem sorunları.
Egzersiz eksikliği (hareketsiz yaşam tarzı).
Kolesterol-trigliserit yüksekliği.
Yoğun stres, mutsuzluk, kötümserlik, depresyon.
Organ yetmezlikleri (tiroit bezi tembelliği, karaciğer yetersizliği, kalp, böbrek, hipofiz yetmezliği).
Yoğun çevresel kirlilik ve radyasyon etkisi.
Yetersiz ve kalitesiz uyku.
Sigara, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı.
alıntı

Akılcı ve basit beslenme planını uygulayın


Beslenme planınızda yapacağınız basit, kolay ve akılcı değişikliklerle sağlığınızda önemli iyileşmeler yapabilirsiniz.

Kan basıncınızı ayarlamak, kan şekerinizi dengelemek, kolesterol ve trigliserid seviyelerinizi azaltmak için ciddi avantajlar sağlayabilirsiniz. Unutmayın! ‘Ne yiyorsanız O’sunuz’ kuralı yüzyıllardır hep aynı ve hiç değişmeyecek…

Akılcı bir beslenme planı ile kilonuzu daha kolay yönetir, osteoporozdan (kemik kırılganlığı artışı), menopoz yakınmalarından, yaşlılıkta karşılaşabileceğiniz pek çok sorundan korunabilirsiniz. Kolay, ucuz ve uygulanabilir besin değişimleri ile geç yaşlanan formda biri olabilirsiniz.

Yapacaklarınızı öğrenmeniz çok kolay! Bütün sorun karar vermekte. Verdiğiniz kararı sürdürmek ve çevrenizdeki sabotajcılarla bir süre direnmekte… Yapacağınız değişimlerin yaşamınıza sağladığı katkıları birkaç ay içinde alacak, yaşam kalitenizdeki düzelmeye, sağlığınızdaki iyileşmeye siz de şaşıracaksınız.

Hipertansiyona karşı

Hipertansiyon sorunu ile daha kolay başetmek istiyorsanız önce kalori tüketiminizi kontrol altına alın. Fazla kilolarınızı atın! Tuz tüketiminizi günde bir çay kaşığı (2,5 gr) ile sınırlayın. Potasyumdan zengin besinlerden (muz, patates, şeftali, kayısı, domates), magnezyum kaynaklarından (kurubaklagiller, ceviz, fındık), posa deposu sebzelerden (havuç, yeşil yapraklı sebzeler) daha çok faydalanın.

Kalp ve damar için

Kalp ve damar hastalığından, damar sertliği ile ilişkili sağlık sorunlarından uzak yaşamak istiyorsanız omega-3 yağ asitlerini artırın: Daha çok balık (haftada 2-3 kez, 100-150 gr), keten tohumu (günde 1-2 tatlı kaşığı), ceviz (günde 1-2 adet) kullanın. Kolesterol deposu besinlerden (sakatat grubu, şarküteri grubu, yumurta sarısı), doymuş yağlardan (tereyağı, iç yağı, kuyruk yağı, kanatlı hayvanların derisi, yağlı kırmızı etler) uzak bir beslenme planı yapın. Kalori ve alkol tüketiminizi sınırlayarak trigliserid düzeyinizi azaltın. Antioksidan etkili doğal ateroskleroz savaşçılarından (Likopen deposu domates, karpuz, Resveratrol deposu üzüm suyu, şarap, Quercetin deposu elma, Proantosiyanidin deposu üzüm çekirdeği) daha sık faydalanın.

Yaşlılıkla ilişkili göz sorunlarından katarakt ve makula dejenerasyonun yavaşlatılmasında E vitamini zengini besinlerin (yağlı tohumlar, tahıllar), Lutein deposu, Zeozantin kaynağı ürünlerin, beta karoten yüklü havucun, kayısının, C vitamini deposu sebze ve meyvelerin yararından istifade edin.

Kemiklere güç verin

Kemik kırılganlığı artışı doğal bir yaşlılık sürecidir. Kalsiyum zengini süt ve süt ürünlerinden (peynir, yoğurt, ayran), D vitamini deposu besinlerden, kalsiyum ile zenginleştirilmiş meyve suları ve diğer içeceklerden daha çok yararlanın. Tükettiğiniz besinlerle kemiklerinize daha fazla kalsiyumu, doğal yoldan sağlayın.

Periyodik dönemleriniz gergin, şiş ve ağrılı geçiyorsa tuzu azaltın, magnezyumu arttırın. Daha çok posalı ürün kullanın. Menapoz dönemine ilişkin sorunlarınızı baskılamak istiyorsanız soya ürünlerinden daha sık yararlanın.

Öğleden sonra enerji

Öğleden sonraki enerjisizlik sorununuzu çözmek için öğlen yemeklerini salata ile geçiştirmeyi bırakın. Her öğlen 100-150 g balık, tavuk veya yağsız kırmızı et ihtiva eden bir beslenme planı yapın. Ya da salatalarınıza protein katın! Uykusuzluk sorununuzu çözmek istiyorsanız akşamları erken yiyin ve daha fazla karbonhidrat (sebze, makarna) kullanın. Akşam yemeğinizi küçültün, azaltın.

Bellek kaybından korkmayın

Yaşlanma sorunlarından bellek azalması ve yaşlılık depresyonu ile mücadele etmekte de Omega-3 yağ asitlerinden faydalanabilirsiniz. ‘Dokozahekza-noikasit’ (DHA) belleğe güç veren, yaşlılıkla ilgili depresif ruh halini önleyen bir Omega-3 yağ asididir. Balıkta ve diğer deniz ürünlerinde bol bol bulunur. Omega-3 yağ asitlerinden EPA (Ekozapantonoikasit) kanı inceltip, damarları koruyarak bellek kaybını geciktirebilir. Depresyon ve ruhsal gerginliği azaltmada Omega-3 yağ asitleri yanında magnezyum zengini besinlerden, B vitamini depolarından da yararlanabilirsiniz.

Yorgun musunuz?

Hep yorgunsanız, daha çok protein (balık), magnezyum (ceviz, badem, avokado), B vitamini ve potasyumu (muz, domates) doğal besinler ile kazanmaya çalışın. Demir (et, yeşil sebzeler, pekmez) ve folik asit tüketiminizi çoğaltın. Demir eksikliği ile ilişkili sağlık sorunlarından korunmak, belleğinize, saçınız, deriniz ve ruhsal dengenize, özellikle de kansızlık sorununuza çözüm bulmak için daha fazla demir tüketmeye bakın! Yorgunlukla savaşta en güçlü silahın iyi bir sabah kahvaltısı olduğunu sakın unutmayın. Öğün atlamayın

6 Ocak 2009 Salı

GÖNÜL VE GÜL

Halil Rıfat Paşa , demiş ki:



“- Gidemediğin yer senin değildir.”



Bu sözü, sadece Karayolları Teşkilatı benimsemiş ve kullanmıştır.



Oysa ki,bu manadan daha önemlisi,manevi yolları açan şu gerçektir:



GİREMEDİĞİN GÖNÜL SENİN DEĞİLDİR!



Gideceğimiz yerler sadece maddi , şekli olanlar değildir.Asıl manevi olanlardır.Manen gideceği yere varamayanlar , maddeten hiç varamazlar.



Gideceği yeri , iç dünyasına kodlayamamış olan, hedefine asla ulaşamaz.



Hatta manen gideceği yeri olmayanların , maddeten de gidecekleri yeri olmaz;hiç olmaz. En hızlı vasıtalar , en sağlam araçlar onları hiç bir yere götüremez.



Çünkü manevi hedeflerini kaybedenler , maddi hedeflerini de yitirirler.Gidecekleri yer kalmaz.Onlar gitmezler, götürülürler.Hatta sadece sürüklenirler.



Bu sebeple, en acınacak insanlar , araçsızlık yüzünden yolda kalanlar değil , araçları olup da gidecekleri yeri olmayanlardır.



Gitmek, gövdeye değil , gönüledir.



Gittiğiniz yerde gönülsüz bir gövde bulacaksanız , varışınız da boşunadır.



O zaman ,gittiğiniz yere ulaşamazsınız, sadece varmış olursunuz.



Varmış olmak vuslata ermiş olmak değildir.



Vuslat , gönüle varmaktır.Sevgi dolu bir gönüle ulaşmaktır.



Vuslat gönül işi olduğu için , varmak da gövdeyle olmaz , gönülle başarılır.Bu sebeble , gönül varışlarının vasıtaya ve maddeye ihtiyacı olmaz.



Biri kuzeyde , diğeri güneyde iken de, bir ve beraber olabilirler.Mesafeler, birliğe , buluşmaya , kavuşmaya asla engel olamaz.



Bir olan gönüllerin arasına kilometreler giremez;en uzak gurbet bile ayıramaz onları, unutturamaz.



Asıl mesafe , asıl uzaklık, yanı başındakini unutturanıdır.



“-Dizimin dibindeki,Yemen’de; Yemen’deki de dizimin dibindedir”,der Mevlana...



Göremediğin gönülden ırak olursun.



Gönül görmek diye bir çaba var mı hayatımızda?



Giremediğin gönüle eremezsin.



Hiç olmazsa, yanı başınızdakilerin gönüllerinde misiniz? Yanı başınızdakiler gönlünüzde mi?



Aynı dili konuşanlar değil,aynı gönlü paylaşanlar anlaşırlar.



Büyük bir üzüntüyle ifade edeyim ki,aynı evde yaşadığı halde, ayrı olanlar vardır.Çünkü, yakınlık manevi varlığımızla sağlanır.Gövdelerin yakınlığı ile gerçek yakınlık yakalanamaz.Kafa ve kalp uyuşması,insanı yakından daha yakın eder,hatta tekleştirir.Böylesine bir ve beraber olmuşları,hiçbir şey ayıramaz.Hiç bir mesafe aralarına giremez.



Gönül ne kahve ister, ne kahvehane



Gönül sohbet ister , kahve bahane...







Can Yücel bir şiirinde ,bizi birbirimizden ayıran mesafeyi şöyle açıklıyor:



En uzak mesafe ne Afrika’dır,



Ne Çin,



Ne Hindistan,



Ne seyyareler,



Ne de yıldızlar geceleri



Işıldayan…







En uzak mesafe



İki kafa arasındaki



Mesafedir,



Birbirini



Anlamayan…



…………………………………………………………………



Özellikle ,hanımların bir hususa çok dikkat etmeleri gerekir.Sevgi ve şefkat kahramanı oluşları, hanımları samimiyette ve saflıkta derinleştiriyor.Bu sebeble de kolay aldatılıyorlar , çabuk atlatılıyorlar.



Mesela, Bey’i sabahleyin onu kırıp gitmiştir.Akşam elinde bir kırmızı gül ile döndüğünde, mesele halloluyor.Bu bir Avrupa kolaycılığıdır. ,işi basitleştirmektir ve biraz da maddeciliktir.Bu yüzden de,Batılı psikologlar,hanımların bu saflığını kullanmayı çok tavsiye ederler.Özetle derler ki, “Karınızı kırdıysanız zararı yok;onların saf ve zayıf taraflarını kullanıp durumu düzeltebilirsiniz.Mesela kırmızı güle dayanamazlar.”



Hanımefendiler,dikkat edin , eğer eşiniz gönlünü bir gül haline getiremediyse , elindeki gülü ciddiye almayınız.Önce gönlünü gülleştirsin , sonra da eline gül alsın.Ancak o zaman, gönlünün temsilcisi olarak gül işe yarar ve anlam kazanır.Yoksa,gönlü gülleşmemiş adamın elinde gül,ne kadar da anlamsız ve iğreti durur..



Ama gül,hiç bir zaman , duygusal derinliği ziyade olan hanımları kandırmaya yönelik bir fonksiyon icra etmemelidir.Bu durum güle layık görülmemelidir.Çünkü o Muhabbet-i Resulullah’ın (s.a.) temsilcisidir.



“-Madem çaresi bu kadar kolay,bir dahaki sefere de, rahatlıkla kırabilirim” deme cesaretini vermemelidir.



“-Bütün mesele bir gül ise,işim kolay” diye düşünüyor adam , kırmamaya dikkat etmiyor.



Peki ben bunu nereden biliyorum?



Bana bunu beyler anlatıyorlar, sanki önemli bir marifetmiş gibi , hem de ballandıra ballandıra açıklıyorlar:



Hocam , “Bizde kavga uzun sürmez.Her şey bir kırmızı gülün ucundadır.Hemen sorunu çözerim” diyorlar...



Her şey bir kırmızı gül kadar ucuz ve kolay olmamalı.Her şey , bin bir emekle, sevgisi bereketlendirilmiş bir gönülle halledilmelidir.



Yüreğin,sevginin renkleriyle bin bir çeşit yediveren güle döndüyse , varsın elinde bir gül bulunmasın.



Gül müsün kardeşim , elin gülsüz de olur.



Gönlün gülleşmişse,o yeter bana.



Geldiğin yer gülüyorsa



Seni gören gönül eğer



Gülistana dönüyorsa



Ne mutlu sana...



(Sen gül olmuşsan,gülden sana ne?



Bırak o kalsın dalında …



Üstelik,gülleşmiş gönülün dikeni de yoktur.



Ne batar,ne kanatır,



Hep cana can katar…



Hep mutluluk ve huzur sunar…

HAC, UMRE ve KABE ÜSTÜNE

Her Müslümanın içinde büyük bir hasret konusudur Kabe aşkı… Gören bir daha görmenin iştiyakıyla yanar; görmeyen düşünü görür, ne yapıp edip ulaşmaya çalışır.
Kabe, bütün camilerin merkezi, temsilcisi ve annesidir. Gözlerin ve gönüllerin hedefidir. Allah’ın evi, varlık ve birliğinin simgesidir ki, onun etrafında aşkla dönen mü’minler iman tazelerler ve tazelenirler.
Bazı gönül ehli gitmeden gider, hasretiyle yana yakıla rengine boyanır ve gitmiş gibi olurlar. Bazı gönülsüzler de, gittikleri halde gidememişlerdir. Zira Kabe’ye sırf gövdeyle gitmek mümkün değildir. Bahtsız bir kısım da, gidip hacı olur ama, hacı kalamaz. Bu kalamayışla da hacca, hacılığa ve hatta doğrudan doğruya dine, imana laf ettirirler.
Bu sebeple, “Hacı olmak kolaydır amma, hacı kalmak zordur” denilmiştir.
Bir kısım mü’min, hacla, umreyle arındıktan sonra, “Dünyaya bulaşmayayım” diye toplumun dışında kalmaya çalışır. Bir kısmı da, haccı ,umreyi ranta çevirir. Tabii ki ikisi de çok yanlıştır.
Kabe ziyaretinin ne anlama geldiğini idrak eden, bu sebeple de oradan melekleşerek dönen ve toplumun sevgilisi haline gelen gönül ehli çok şükür ki çoğalmaktadır. Bu güzel insanlar, Yunusça düşünür ve kalp kırmayı, Kabe yıkmaktan daha kötü bilirler. Bir gönül ziyaretini de Kabe ziyareti sayarlar.
Bizim ülkemizde, yıllar yılı Hac yasaklanmıştı. Hacca gidiş resmen engellenmişti ama, gönüllerdeki Kabe aşkı söndürülememişti.
O günlerde, “Kabe Arab’ın olsun
Çankaya bize yeter!” diye çılgınlaşan şairler vardı.
Halbuki Kabe, bu milletin kıblesiydi, mukaddeslerinin timsaliydi. Gözlerden silinse de, gönüllerden asla silinemezdi.
Böyle olduğu içindir ki, resmen yasaklanmış olan Hac ve Umre, fiilen önlenememişti. Bastırılması mümkün olamayan Kabe aşkıyla harekete geçenler, mayınlı sahalarda, canlarını tehlikeye atarak Beytullah’a yürümüşlerdi. Yayan yapıldak, bin bir tehlikeyi göze alarak, bazen sınırlarda kaçakcılık yapanlardan yararlanarak, bazen vicdanının sesini dinleyen jandarmaların insafına sığınarak gitmişler, bazen de mayın kurbanı olarak Kabe yolunda ölmüşlerdi.
Adeta, “Varamasam da, yolunda ölürüm ya!” diyen karınca gibi düşünüyorlardı.
İşte o cefakar insanlardan biri de Alasonyalı Hacı Cemal Öğüt merhumdu. Alimdi, hatipti, hocaydı ve İstiklal Harbi gazisiydi. Mekke ve Medine düşman etkisine girmesin diye,hayatını ortaya koyarak, MM teşkilatını kurmuş ve İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçırılmasının önemli bir ayağı olmuştu.
Haccın yasaklandığı günlerin birinde, bir rüya gördü. Hem de ne rüya… Osmanlı dedelerimizin rüya demediği rüyalardan biriydi bu. Zira içinde Efendimiz (s.a.v) vardı.
Şöyle anlatır:
“-Koskocaman bir meydanda on binlerce insan toplanmıştı. İğne atılsa yere düşmeyecek denilen cinsten bir kalabalıktı bu. Yaklaştım ve bu müthiş kalabalığın sebebini sordum.
“-Efendimiz (s.a.v) teşrif buyuracak” dediler.
Ben de oradaki herkes gibi, büyük bir heyecanla gözümü gökyüzüne dikip Güzeller Güzeli’ni beklemeye başladım. Biraz sonra, gökyüzünden büyük bir el, nurlar saçarak yeryüzüne doğru uzandı ve gel gel der gibi açılıp kapanmaya başladı.
Yanımdaki insanlara, bunun ne demek olduğunu sordum. “Efendimiz (s.a.v) seni çağırıyor” dediler.
Heyecanım son haddine gelmişti.
“-Geleceğim Ya Resulallah, geleceğim inşaallah!” diye seslendim. Sevinç gözyaşlarım sel olmuştu ki uyanıverdim…
O zor günlerde Efendimiz’e (s.a.v) nasıl gidilirdi? Maddi yollar bütünüyle kapalıydı.
İşin içinden çıkamadım. Suriye sınırından kaçakçılarla anlaşıp geçip gitmek de içime sinmedi. Doğruca Ankara’nın yolunu tuttum. Emniyet Genel müdürü Rıfat Bey, benim Milli Mücadele günlerinden mesai arkadaşımdı. Ona başvurdum.
“-Hocam, durumu biliyorsun. Normal yollardan Hacca gitmenin imkanı yok” dedi.
Mecbur kaldım ve Efendimiz’in davetini Rıfat Bey’e de anlattım. Eski arkadaşım rüyamdan çok etkilemişti.
“-Hocam, merak etme, ne pahasına olursa olsun seni Efendimiz’e göndereceğim. Ancak bana biraz zaman ver” dedi.
Ben de teşekkür edip beklemeye başladım. Nihayet, üç gün sonra bulabildiği çözümü, özür beyan ederek bana bildirdi.
İstanbul’dan İskenderiye’ye giden bir yük gemisine binecektim. Ancak bir yolcu olarak görünmem sakıncalı idi. Bu sebeple de, gemide aşçı yamağı olarak görünecektim. Görevim bulaşık yıkamak olacaktı.
Rıfat Bey’in, utana sıkıla açıkladığı bu çözümü tereddütsüz kabul ettim. Güzeller Güzeli’nin davetine icabet edecektim ya aşçı yamaklığının sözü mü olurdu. Daha zor ve ağır bir görev de olsa, o yola çıkmaya hazırdım. Çünkü içimin yangını günden güne dayanılmaz bir hale geliyordu.
Sonunda kararlaştırılan gün geldi. Aşçı yamağı olarak İstanbul’dan bindiğim yük gemisinden, İskenderiye ‘de hacı adayı olarak indim. Oradan da bedenen epey zahmetli ve fakat gönülce çok rahmetli bir seferden sonra, Mekke’ye, Kabe’ye ulaştım. Hac’dan sonra da Efendiler Efendisi’ne kavuştum.”
Şimdilerde, lüks uçaklarla, birkaç saat içinde hacca, umreye giden mü’minlerin o günleri unutmaması ve şükürlerini çoğaltması gerekir diye düşünüyorum. O günlerden bu günlere kolay gelinmedi. Bu gelişte emekler, gayretler, terler ve bol gözyaşı bulunmaktadır.
İnönü döneminin Diyanet İşleri Başkanı olan Ahmed Hamdi Akseki merhum, hacca gitmek için Cumhurbaşkanı’ndan izin istemişti. Ancak İnönü, “Bu sene (1950) seçim var, gidişiniz bizim aleyhimize yorumlanır. Daha sonra gidersiniz” diyerek, Diyanet İşleri Başkanı’nın haccına bile müsaade etmemişti.
Ne var ki, değerli ve faziletli Alim Ahmed Hamdi Akseki,1951 yılında vefat etti ve dolayısiyle de hac yapamadı.
Benim haysiyetli Hacı Annem Münevver Ayaşlı ise, yıllar yılı imkânı müsait olmasına ve yollar açık bulunmasına rağmen hac yapmamıştı.
“-Niçin hacca gitmiyorsunuz?” diyenlere de şu cevabı vermişti:
“-Ben, Devlet-i Aliye devri çocuğuyum. Babamın görevi gereği Selanik’te doğdum. Mekke Medine’de, Lübnan’da okudum. Dolayısiyle de mukaddes topraklara benim çocukluğumda büyükelçi değil idareci gönderilirdi. Oralar sınırlarımızın içindeydi. Şimdi Mekke’ye, Medine’ye pasaportla gitmek zoruma gidiyor, ağır ve acı geliyor bana. Kaldırın pasaportu, vizeyi, hemen düşerim yollara…”
Tabii ki, daha sonra, harika bir tarzda hac farizasını da ifa etti ama, rahmetli bu sözleriyle bize bir mesaj vermek istiyordu. Umarım, bu mesajı hacca ve umreye giden her mü’min alabilir ve daha dün denecek yakın bir zamanda milletimizin yaşadıklarını, gerekli dersleri çıkararak bir daha hatırlar. Buna mecburuz. Çünkü giderek hafızasız bir millet oluyoruz. Ben söze, “Haccın yasaklandığı günlerdeydi” diye başlayınca, az buçuk mürekkep yalamış olanlar bile, hayretler içinde:
“-Allah Allah, bu ülkede hac da mı yasaklanmıştı” diyorlar.
Hac ve umre yapabildiğimiz için daha çok şükredelim ve unutmayalım ki, dünü bilmeyenin geleceği aydınlık olamaz